.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

28 Mart 2010 Pazar

HAFTA SONU

      Hafta sonu dediysem, Cumartesi tüm günüm evde miskinlik yapmakla geçti. Kendime tatil ilan ettim ve evin işlerini salladım gitti :)
Cingen çaldı, kürt oynadı (aman ha kimse üzerine alınmasın bu deyimi), evin her bi köşesi darmadağın oldu.
         Bugün öğleye yaklaşan saatlerde kahvaltıyı yaptıktan ve ben tüm evi topladıktan ve balkonu yıkadıktan sonra anladım ki işler bitmeyecek.
Kocacımda sağolsun hadi çıkalım dedi, bindik arabamıza yayla yoluna doğru tura çıktık. Yaylaya gitmek 1 saat ve orda kar olduğunu gördükçe oraya gitmek gibi bir düşüncede geçmedi aklımızdan. Çünkü hava hayli güzeldi dün. Yaylaya gidip üşümeye ne gerek var dimi ama!..
        Biz hayli yüksekte kaldığımız için buralarda henüz yine yeşillendi fındık dalları türküsü söylenmiyor. Veee yolumuzun üzerinde ki orman gülleri yenice topraktan fışkırmakta.
Benim sukolik kocacım, ilk gördüğümüz çeşmede hemen duruyor.
Su içme özürlü bense sağın solun, börtü böcüğün resmini çekiyorum.


          Taaa şu karşıda görünen kayaların oraya gideceğiz. Yolumuz toprak ve etrafta ev mev yok. Zaten o kayaların ötesinde yolda yok.  

Ahanda gari geldik dediğim yere!!...
Kayalar emanet gibi dursada yıllardır orda durduğu belli ve rivayete göre oralarda bir yerde gömü falan varmışşş mış!


İşte burda Newbaharın gezi rehberi sona eriyor. Şu görünen bendeniz.
Tıkınmaktan kilo almış halim ve pazartesi başlayıp, salıya dönmeyen rejimlere paydos :)
Bugün başlıyorum ve günlerde uzamışken tabana kuvvet.

Resimleri yine cep telefonumla çekmek zorunda kaldım. Ne yazık ki evin içinde, herhangi bir yerde, delikte olabilmesi muhtemel fotoğraf makinası halen ortaya çıkmadı.
''Şeytan aldı götürdüüü, satamadan getirdiiiii''
küçükken böyle arardık kaybettiğimiz eşyaları:))

Güzel bir hafta dileklerimle, bol muhabbetler.
      





19 Mart 2010 Cuma

EMANET (öykü)

           

          Aydınlık Kasabası’nın küçük otobüs terminali her zamanki gibi tenha günlerinden birini yaşıyordu. Tek bir yazıhanenin bulunduğu bu terminalde, sayısı hiç yok denecek kadar az olan yolcuların beklemesi için birde salon bulunmaktaydı. Salonun ortasına kurulu devasa sobanın etrafında, ilçeye gidecek minibüsü ve şehre gidecek şehirlerarası otobüsü bekleyen dört beş yolcu ısınmaktaydı.
           Salona açılan kapının gıcırdayan sesiyle, bekleyen yolcuların başları kapıya çevrildi ve tanıdık bakışlara selamlar eşlik etti.
          Yazıhaneye doğru ilerleyen bu yolcunun, yere sert ve vakur basan kara botları, ahşap zeminle birleştikçe, zemin adeta selam durmaktaydı.
Bu terminalden geçen yüzlerce askerden sadece biriydi Yavuz Teğmen.
          Kasabanın adına yakışırcasına Aydınlık ahalisi, vatan borcunu ödemek için sırası gelen evlatlarını, bu terminalden uğurlamış ve onlarcasını da erdikleri en yüce makam olan, şehitlik makamından sonra karşılamıştı.
          Yavuz Teğmen, iznini geçirdiği, memleketi olan bu küçük Karadeniz kasabasından, yağmurlu ve soğuk bir günde ayrılıyordu.
          Kasabaya çok sapa bir arazide bulunan evinden, ancak sabahın er vaktinde çıkmış, yaya olarak gelmişti. Neyse ki Aydınlık Kasabası’na gelişinden yarım saat sonra, beklediği otobüs geldi. Bavulunu otobüsün bagajına yerleştirdi ve boş olan koltuklardan birine oturdu. Diğer iki yolcusunu da alan otobüs, yaylana yaylana asfalt yola çıktı ve doğu iline doğru yol almaya başladı.
Sol tarafında Karadeniz’in hırçın dalgaları oynaşmaktaydı. Sağ tarafında ise yeşilin bin bir çeşit tonu yamaçları boyamaktaydı.
Uzun bir müddet göremeyeceği bu manzarayı seyrederken, elleri de dizlerinin üzerine koyduğu, kara kaplı defterin pürüzlü kapağı üzerinde geziniyordu.
Elini öpüp, helallik isterken, babaannesi bu defteri eline tutuşturmuş, gözü yaşlı bir halde;
‘’Bu emaneti al oğul ve iyi sakla’’ demişti. Ardından da ‘’canın sıkıldıkça okursun’’ demeyi ihmal etmemişti. Henüz canı sıkılmamıştı ama içinde el yazması karalamaların olduğu,
Amcasına ait bu defterin anlatacaklarını duymak için sabırsızlanıyordu.
Yolcular, yol arkadaşlarına sordukları, olağan yol sorularını bitirip sessizliğe daldıklarında,
Kara kaplı defterin dile gelme vakti başlamış oldu.


Sene – 1973 çay derme zamanı
Ağabeyime;
Bilirsin bizim oraları, ne yaz, ne kış sisi eksik olmaz. Sende sisli bir günde gitmiştin ya!
Kemençeyi dayım çalmıştı, horonlarda bütün sülale. Yayla çamurdu ama bundan kime ne?
Tıraşını aşağı mahalleden İdris Emmi yapmıştı.
Yüzünden aldığın sabun köpüğünü yüzüme sıvamıştın ya! Unutmadım hala kokusunu.
Akşamdan yorgunduk, lakin hepimizde ayrı bir gurur, hepimizde ayrı bir heyecan vardı.
Halam parmağına mor kınayı çalarken, annem sessiz sessiz ağlıyordu.
Bilirsin bizim oraları…
Her sisten sonra yağmur ıslatır doğayı. Sen yola düştüğünde yağmur yağıyordu ya!
Islanıyordu bedenimiz, ıslanıyordu yüreğimiz.
Aşağı sapaktan yola çıkmıştı tertiplerin, yol başında beklemekteydiler.
Magirus’un havalı kornası yankılanırken, sen el sallıyordun, bir yandan da ağlıyordun, görmedim sanma!
Bir annemin ağlaması, bir Magirus’un gürültülü bağırtısı!
Hiç unutmadım.
Senden önce, ben binmiştim ya otobüse! Dursun Emmim kızdı bana. ‘’Ula uşak, in lan aşağı’’ dedi.
Sanki Magirus onun malı mı? Sanma senin gidişine ağladım! Bir şoför koltuğuna oturamadım ya! Ona yandım.
Magirus, salına salına yayla yolunu arşınladı. Çok sürmedi kaybolması, sisler içinde, sis oldu.
Yağmur başladığında sisler dağılır ya ağabey! Baktım yola, tepeyi koşar adımlarla çıkarak.
Yolda ne tertiplerin vardı! Ne Magirus ağabey!
Aahh! Son bir kez görebilseydim seni.
Bilirsin, çay derme zamanı geldi mi, evlerde kimse bulunmaz. Jandarma başçavuşta, üşenmemiş gelmiş yanımıza. Çay rengine karışmış, alalı kamuflajı.
Zor tanıdı babam. Önce sen sandı, elinde ki makası attığı gibi yanına vardı. Yanında ki asker ağabeyler, bakmadılar babama. Jandarma başçavuşta gözlerini kaçırdı. Hiç konuşmadılar ağabey! Anladı babam, kara haber geldiğini.
Bilirsin, bizim oralarda, şehit evlerine al bayraklar asılır. Bir seni uğurlarken asmıştık bayrağı, bir sen döndüğünde ağabey.
Bizim bayrağı, muhtar emmi vermişti. Biraz solukçaydı ama babam ‘’ziyanı yok’’ dedi.
Senin üzerindeki bayrak kocamandı ağabey. Bir bizim evde ki bayrağa baktım, bir senin üzerindekine.
Kıskandım, ne diyeyim? ‘’Keşke bu bayrak benim olaydı’’ diye.
Sonra, alay komutanı dediler, omuzları yıldızlı, gözü yaşlı askere. Zaten, bir onda vardı yıldız, birde senin bayrağında ağabey. O omuzları yıldızlı amca mı seni çok seviyordu ağabey? Tabutundaki bayrağı bana verdi, ben sevine sevine döndüm eve.
Yine, sis var buralarda ağabey…
Babam, senin bayrağını astı dama. Sordum ‘’neden’’ diye! Hamit ağabeyim askere gidecek diyeymiş.
Ben askere giderken de babam, bu bayrağı asar mı ha! Ağabey, asar mı?
Senin dönüşündeki gibi bedenimi sarar mı?


            Kara kaplı defterin anlatacakları bittiğinde gece, çoktan yönünü gündüze çevirmişti. Yüzü, pencereye dönük olduğu halde Yavuz Teğmen akan gözyaşlarını, beyaz mendiliyle sildi.
          Hem hiç görmediği büyük amcasını, hem de bu satırları henüz daha sekiz yaşında iken yazan küçük amcasını düşündü. Her ikisi de şehitlik makamında yerlerini almışlardı.
Küçük amcasının, bu satırları yazdıktan on iki yıl sonra, aynı terminalden, onun şimdi gittiği doğu iline gidişini düşündü.
Cebinden çıkardığı kalem, amcasının sorduğu soruya, cevabını yazıyordu…

Sene – 1995
Amcama;
Bilirsin bizim oraları…
Yaz kış sisi eksik olmaz. Sende sisli bir günde gitmiştin ya!
Recep Amca’mdan yadigâr al bayrakla uğurladık seni.
Babam, öpe koklaya al bayrağı senin tabutunun üzerine serdi.



BİRİLERİ BENİ MİMLİYOOOORRR...

Bugünlerde sağolsun zevkle takip ettiğim iki blog arkadaşım beni mimlemiş. Biz büyüklerin oynadığı bu oyunlarda, oyuna dahil edilmek mutlu etti Newbaharı.

Hem sevgili birgüzelçiftime    http://birguzelciftiz.blogspot.com/


Hemde sevgili Ecehan'a gönülden teşekkürler. http://turkkadinlari.blogspot.com/

18 Mart 2010 Perşembe

SENLİ ŞİİRLER

























Üzgündüm!...
Aklımdan şiirler yazıyordum, aklımın bir köşesine.
Kimsenin okumadığı, dile gelmeyen şiirler.
Bir şiirler vardı yüreğimde, bir sen!..
Üzgün değildim seni severken.
Kırgındım!..
Kırılgandım bugünlerde, aldırma!
Aldırma derken, duymadın.
Duymazdın, görmezdin, konuşmazdın ya!
Ben yine aklıma şiirler yazardım.
Aklımın köşesi şiir çöplüğüne dönerdi,
Çöplüğümde bir sen, bir şiirler!..
Kıyamazdım silmeye,
Ağlardım.
Sevdan akardı dudaklarıma,
Susardım, dilim lal!..Konuşmak beyhude.
Ağzımı açacak olsam tuzuna kanardım
Yine sana dönersem diye!
Hatırlayacak olsam kokunu,
Korkardım.






16 Mart 2010 Salı

AĞLATIR


enstrumantal fon müzikleri 3










Ağlatır...
Bir zifiri karanlık dolaşır gece damarlarımda
Yalnızlık mührünü basıp uykuya daldırır.

Karambole bir rüzgar eser gecenin yarısı,
Hiç saçlarıma değmeden eser geçer
Hava soğuk, gecenin  katran karası,
Pembe düşlerimi siler, delerde geçer.

Ağlatır...
Bir korkak sevda dolaşır damarlarımda
Aşkın mührünü basıp Leyla'yı andırır.

Karambole bir yağmur yağar, vakit gece yarısı
Hiç tenime değmeden yağarda geçer
Sislerin gölgelediği sokaklar zamanın metresi
Seviştikçe uzar, geceyi çalar seher.

Ağlatır...
Bir yanık sevda tutuşur damarlarımda,
Kader denen kitaba ''son'' adını yazdırır.

Newbahar

15 Mart 2010 Pazartesi

NEWBAHARCA

         Bu aralar resimlerime takmış durumdayım. Şiirlerim beni terk ettiğinden beri, yazma sevdamla karışık duygular ''amaaaaannn! boşver. Bir kaç resim koy araya, bir kaç satır karala, maksat blog yeni bişeyler görsün'' demekte.
         Oysa ben çektiğim fotoğrafları, yazmak kadar seviyorum. Varsın cep telefonuyla çekilmiş olsun.
Bazen oluyor ki değişen günlerde, manzaranın farklılaştığını düşünüp yine aynı kareyi fotoğraflamışım.
Oysa şimdi, fındık dallarının yine yeşerme zamanıdır zaman.

Yolumun üzerinde böylesi garip bitkiler fışkırmakta mantar gibi. Bilmiyorum nedir, ne değildir. Bu konuda hiç kimseye birşey sormadım.


Bu sonbahar manzarası yok artık. Kuru dalların meydana getirdiği bir çıplaklık manzarası resmi çiziyor bütün doğa.
Burası benim evimden ilçeye inen toprak yol. Görünen kestane ağaçları bu sene pek cimriydiler kestane konusunda.

Az daha yürüdükten sonra köyden bozma, eczanesi bile olmayan, kiralık ev bulunamayan, bir kaç bakkalın ve ilçede ki tembel erkeklerin pinekleyebileceği bol miktarda kahvehanesi bulunan bir yerleşim alanı! görünen...


Bu viraja geldim mi, acele işim yok ise, otobüse yetişmeyeceksem en az 10 dk. seyrediyorum ilçeyi. Çok uzak gibi göründüğüne aldanmayın, ben gibi ağzını aça aça gidenler için yarım saat:)



Virajı döndükten sonra arkamda bıraktığım yol...
Çıkmak pek yoruyor adamı ama ben seviyorum.




Veee, bir viraj daha döndükten sonra en yakın komşumuz sağda görünen beyaz ev.
Onun aşağısı nihayet asvalt yol.
Bu resmi üstteki resimden önce koymam gerekiyordu. İşte hayli ıslak viraj ve fındık bahçelerine doğru açılmış araba yolu. Kenarda görünen kayalıklar her daim ağlamakta. Akan gözyaşları önümü kesiyor...

İşte bize en yakın ev. Yukarıda görünen ahşap ev terkedilip, yerine yeni betonarme bina yapılmış.
Hava güzel olunca, çayını alıp, kuş cıvıltıları ve yeşermiş fındık ağaçları arasından inip, burda ev sahibiseyiyle koyu bir muhabbete dalmadan gitmeyecek Newbahar buralardan.

Hayatın resmiydi tüm şiirler...
Şiirler bendim, susmadan önce
Şimdi,
Bir hayat hikayesi çiziyorum tuvalime,
Resim ben oluyorum,
Gri bir renk alıyor beyaz tuval.
Sesiz bir türkü tutturuyorum
Notaları bende gizli olan.
Dilimin dönmediğini, yüreğim söylüyor.
Zaman ve mekanın sınırlı yollarında kayboluyor Newbahar,
Yitiyor, gidiyor..
Sisler içinde sis oluyor.


(saat 14:30, lapa lapa kar yağıyor şimdi. Ben bahar hayallerine dalmışken!)





Yedi Karanfil - Belalım
Yükleyen GhosT_ShiP. - Bağımsız web videoları.

13 Mart 2010 Cumartesi

UMUDA DALSAM



Ilık sonbahar esintisinde,

O, var olduğunu bildiğim tahta kapıdan...

yine, o var olduğunu bildiğim

iki koca ceviz ağacının bulunduğu bahçeye

dalsam,

usul usul...


Son yaprak daldan düşmeden!

Yerlerde ki binlerce sarı, kahverengi yapraktan

biri olsam!

Savrulsam, savruldukça kaybolsam!

Hiç olmadı, öylece dursam.

Güneşe kaldırsam başımı, gözlerimi kırpıştırsam,

Işık hüzmelerinden bir hüzme olsam,

Olsamda yokolsam!


Ilık sonbahar esintisinde ben olsam.

Avuç avuç kucaklasam yorgun yaprakları,

Savursam...

Onlar savruldukça ben dağılsam!

Dağıldıkça çocuk olsam, oynasam.


Babamın testereyle raksına dalsam,

Odun kokusuna hayran kalsam

Tüm odunlar ben olsam!

Ama hep babamın elinden tutsam.


Ilık sonbahar esintisinde hayale dalsam...

Hayallerimde yapraklar ve sen olsan,

Son yaprak daldan düşmeden

Bana dönsen, bana gelsen

Ölesiye bende kalsan.



Newbahar


Farid Farjad - Solo Keman

11 Mart 2010 Perşembe

BAHAR


Rüzgar, beni de kat yanına,

Yolun düşerse doğduğum kasabaya

Ceviz ağaçlarının yanına bırak

Bahar gelmiştir oralara.

Belki çocukluk arkadaşıma rastlarım,

Üzülme!...sohbetime seni de katarım.

Orada da es bağrıma, bağrıma...

Çam kokularını sür, boynuma, boynuma

Papatyalar açmışsa başımıza taç yapalım,

Benden sonra sana da...

Seviyor-sevmiyor falları bakalım.









CANDAN ERÇETİN, BAHAR

10 Mart 2010 Çarşamba

KÖYÜN DİNLENDİREN VE DOYURAN RUHU

             
          Köyün tertemiz havası, ruhunu dinlendirir insanın...

         Toprak evlerin yağmurla kucaklaştığı anlarda burcu burcu toprak kokusu sarar havayı. Bazen olur o toprak kokusuna mis gibi somun ekmeklerin kokusu eşlik eder...
         Toprak fırınlar yakılır önce ve ısınması beklenir. Fırın ısına dursun, sabahın kuşluk vakti yoğrulan hamurun mayası gelmiştir artık. O hamur ki taşar gibi olur hamur teknesinden, hazırdır bir çift nasırlı el tarafından ekmek haline gelmeye.
         Toparlak toparlak olan hamur kara tepsilerde yerini alır, bakmayın tepsilerin karalığına siz pis zannedip yememezlik etmeyin pişen ekmekleri, o karalık fırında yanan samanların isini temsil eder. Zaten bir o kara tepsi birde toprak fırın, somunların lezzetine lezzet katar...
          Sımsıcak, yeni çıkmış ekmeklerin içini şöyle bir açmayıp taze yayık tereyağı ve çökelek peyniri koymazsan gücenir ekmek...
Yanında başka bişey aramaz insanoğlu o an. Hem ruhu doyar, hemde midesi...
Köylerin olmazsa olmazıdır bu toprak fırınlar...İllaki her evin avlusu içinde olacak.
          Kimi fırınlar yağan yağmura karşı duramaz çöker bir kaç yıl sonra. Ev sahibesi ekmeksiz mi kalsın! çalıverir komşusunun kapısını, elbirliğiyle yeniden dile gelir somunlar.
          Siz siz olun yolunuz herhangi bir köye düşerse ve hangi evin avlusunda böyle bir fırına rastlarsanız bir selam sabahı esirgemeyin evsahibesinden. Muhakkak arsızlık edip isteyin fırın ekmeğini. Verir elbet gönlü bol, eli bol köyüm insanı.


                                                muhabbetle...



Çayı & Kuş Sesleri
Yükleyen kutahyafotolar. -

4 Mart 2010 Perşembe

KÖYDE BİR YAPI, ÜZERİNDE SAZDAN ÇATI...


Viran olmuş bir köy evi...
Köyün hemen girişinde terkedilmiş durur. Onun orda durması olağan bir durumdur.
Bir gün gele, yerinde yeller ese!
Hangi göz fark eder, hangi yürek bir ''ah'' çeker?

İçini hiç merak etmez misin ey insanoğlu?
''Merak ettim ve girdim, gördüm'' der Newbahar.

Merdivenin toprak ve ottan kaybolmuş basamakları konuştu ilk;
''Bizi taş ustası özene bezene yerleştirdi, üstümüzden kimler geldi kimler geçti''

Kalınca dört ağaç dalından yapılma korkuluk dile geldi;
''Bu merdivenin namusu bizden sorulur. Her kim ki buradan düşecek olsa, benim kuvvetli kollarıma tutunur''

Ufaklığın ellerinden tuttum sıkı sıkı. Kıvırcık saçlarının arasına girdi duvarların tozu.


Pencere evin gözleri idi. Gözünün önüne oturttum Fadiği...

Nohut oda, bakla sofaydı tüm hikayenin kılıfı.
Köy manzarasından ziyade, bir yer görmemekteydi. Gündüzün aydınlığına, odanın karanlık şablonu eklendi, Newbahar ve Fadik  yıllardır insan sureti görmemiş odalara ''merhaba'' dedi.

Burcu burcu toprak kokusu tenimizi sardı. Birazda bitlenme korkusu vardı. Esen rüzgardan savrulan sazdan çatı, bize korku filimlerini aratmadı.

Bu odalarda kimler yatmış, hangi oda sancı çığlıklarını duymuş, belki bir kaç daha şen çocuk sesi, alt kattan gelen samra ile karışık kaynamış süt kokusu...


Arkamda bir çift göz bırakıp ayrılıyorum evden.
Yabancı olduğum hikayesi, tarıyor hayalimi. Hatıra kalsın diye bir kaç poz veriyor bana. 


                                           Newbahar 







Yedi Karanfil Elif Dedim Fon Müziği
Yükleyen yolcumustafa. - Diğer müzik videolarına göz atın.