.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

27 Mayıs 2010 Perşembe

GÜNLÜĞÜMDEN YILLAR ÖNCESİNE AİT SATIRLAR...




29 Mayıs 2003
Ayın 29'u olalı yarım saat oldu. Dün benim için çok güzel ve anlamlıydı. Annem ve babam yanımda ben ve bebiş için geldiler.
BU bebek beni kandırıyor, her akşam doğum sancıları çektirip sonra vazgeçiyor sanki doğmaktan.
Ne olur doğ artık!..ama lütfen karanlığa kalma. Güneşin aydınlığında doğ!..
Adın henüz belli değil. Adsız doğabilirsin ama sana muhakkak güzel bir isim vereceğim. Sana Egemen ismini vermekten vazgeçtim.
Şimdilik bu kadar. Son iki gün doğumuna. Belki bugün doğarsın ha!?
        Saat sabahın 5'i oldu. Uyandım. Belim çok ağrıyor. Galiba doğum yakın. Muhakkak banyo yapmalıyım. Bu ağrılar geçmeyecek gibi.
Karnım acıktı, keşke saat 8 falan olsa ve herkes uyansa. Millet mışıl mışıl uykuda ve bense ne yapacağımı bilmeden sadece yazıyorum.
Ne olur bugün doğ artık!!

        Ve doğdun...
         Sen 29 Mayıs 2003 tarihinde tombik mi tombik olarak dünyaya geldin Levent bebek.
Çok kolay doğdun. Bana aylarca çektirdiğin tüm sıkıntı ve sancılara rağmen kolay doğdun. Teşekkür ederim.
Sen güneşe doğdun, yağmurla geldin Levent bebek. Çok ama çok ağladın, doymadın. Ebe fincanda mama hazırladı geldi sana. Onu çay kaşığıyla nasıl içişin vardı hiç unutmayacağım.
Baban bugün sana hazır mama aldı. Biraz pahalı maman ama sanırım hem beni emecek, hemde mama alacaksın. Bu kadar obur olacağını tahmin etmemiştim.

          Abin güneyin huzurunu, sen kuzeyin asiliğini aldın. Onun mülayim huyunun yanında senin ki asi, vurdumduymaz, dediğim dedik...
          Hiç abin gibi değilsin. Sanırım karadenizin havasından ve suyundan.
Bugün okuldasın ve günlerden Cuma. Yarın doğum günün olduğunu bilmeden geleceksin eve.
Sana özel bir kutlama yapmayı, Ordu'nun en güzel pastanesinden pastanı almayı çok isterdim. Ama bu bu sene mümkün değil. Artık benim yaptığımla idare edeceksin. Telafi edeceğim ama, söz veriyorum.
     
          Ömrün boyunca hep sağlıklı, başarılı ve mutlu ol oğlum. Biz hayatınızda olmasak bile abin ve sen birbirinize asla sırt çevirmeyin.

İyi ki doğdunuz. Sizi seviyorum.

                                              Güliz



24 Mayıs 2010 Pazartesi

O'NUN YERİ BENDE BAŞKAYDI

        

         Toprak sıvalı duvarda, kel başının terledikçe bıraktığı kirlilik vardı. Bembeyaz duvarda ki bu leke, O'nun başının gölgesi gibi sabit durudu her zaman. Ne sağa kayardı bir santim, ne sola, ne aşağı, ne yukarı...
         Tahta divanın üzerinde ki yorgan toplanmazdı gün boyu. Kimseler ellemez, oturmaz, yastığı dahi yerinden kıpırdatmazdı.
          Hemen karşısındaydı emektar radyo. İllaki ajanslar için açar, başının gölgesine kelini yerleştirir, bir ayağını dizden dikip, diğerini onun üzerine atardı. Ellerini bağlamış vaziyette, gözleri yumuk..
Çıt çıkmasına müsade etmezdi ve radyodan gelen ''şimdi ajanslar'' anonsuyla sesimizi keserdik.
          Kısa bir molaydı sadece bu. Hemen akabinde kalkar, koca kapının yanında ki dükkan adı verdiği atölyesine girerdi. Biz ise O'nun kapıdan çıkmasıyla kudurmaya devam ederdik.
          
          Dükkanın ilk girişinde solda körüklü, topraktan bir ocak vardı. Körüğünden sarsınca ocağın içindeki köz alevlenir, dükkanın içini yanık kemik kokusu sarardı.
Sonrasında maşayla ateşten alınan kemik, bakır yayvan bir kabın içine atılır ''cosss!'' diye ses çıkarırdı.
           Bir köşede irili ufaklı yüzlerce manda boynuzu dururdu. O'na göre hepsi mükemmel kemiklerdi ama, tarak yapmak için hep en iyisini seçerdi aralarından...
Ta ki son boynuz tükenene kadar.
           Ortada hayalimde ki resmi silinmiş olana bir iki makina durudu. Bunlar birbirine uzun kayışlar ve döner dişlilerle bağlıydı. Sanırım bu aletler boynuzlara tarak şeklini vermek içindi.
            Seçilen boynuzun ilk önce içinin temizlenmesi lazım gelirdi/ ki bu pek bi pis işti bize göre. Körüklü ocakta kızdırılmış kalınca bir demir parçası, boynuzların içini kızgın diliyle yalar, etrafada ceset kokusunu aratmayan bir koku salardı. Bu işi O hep koca kapının dışında yapardı.
             PLastik yoğurt, yağ kapları, plastik ne varsa artık ama illaki renkli olacak, bunlar renkli yerlerinden minik minik pullar gibi özel bir aletle delinirdi. İşte bizim için en zevkli yeri burası idi tarak yapımının. O minik pullardan O'ndan habersiz birazını çalar, yüzümüze yapıştırırdık.
Sonrasında oraya buraya dökülmüş pulları görünce, foyamız ortaya çıkardı.
            Boynuzları sayma işini köyün delisi (belkide en akıllısı) yapardı. Saçları kırlaşmış, yalnız O'nunla muhabbet eden, çelimsiz bir adamdı. Herkesin yüz çevirdiği bu deli, kendi evi gibi sık sık koca kapıdan destursuz dalardı içeri.
           
            Boynuzlar şekillenip, dişeri ortaya çıktığında, dişler tek tek törpülenirdi. Kalından inceye doğru...
Aralarında ki milimetrik hesap hiç şaşmazdı, dişler her zaman nizami olurdu.
En sonunda ortasına plastik pulların çiçek şeklinde yapıştırılması aşaması vardı. Çok şaşalı olmazdı bu çiçekler. Sadece bir kırmızı noktacık etrafında dört, beş tane pul dizilirdi.
        Her biri el emeği, göz nuru olan bu taraklar cilalanıp, kuruması için gerilmiş tellere özenle asılırdı.
         Bazı günler sipariş öyle yoğun olurdu ki babam, okul çıkışlarında dükkana gelir O'na yardım ederdi. Üzerinde ki takım elbisenin yerini iş kıyafeti alır, özenle taradığı saçları kemik tozuna bulanırdı.
          Dedem; dedem yitip gitmiş, unutulmuş bu zanaatın bizim köydeki son ustasıydı.
          Benim dedem, bir KEMİK TARAK USTASIYDI.

(Resimde ki usta dedem değildir)

21 Mayıs 2010 Cuma

ORMAN GÜLLERİ



Orman güllerinin ve aslında bizim hikayemizdir bu...


























          Yine açtı orman gülleri...
Diyorlar ki ''yayla sezonu açıldı''
Mevsim, orman güllerinin mevsimi. Sarısıyla, moruyla...
Yeşilin içinde öyle güzel görünüyor ve öyle hoş kokuyorlar ki...
          Yayladan dönen her arabanın camında, sileceklerinde, aynasında muhakkak orman gülleri takılı.
Bu yaylaya çıkıldığının bir işareti gibi. Sanırırm ben bu olaya yaylanın mührü diyeceğim.
          Karadeniz sezonu ise bizim için kapanıyor artık. Sekiz senedir yeşile doyamayan yüreğimiz, bir ay sonra pılıyı, pırtıyı toplayıp göçecek başka başka diyarlara...
          Yürek aynı yürek.. Biraz hasret için çarpacak, ayrılık için, yalnızlık için...
Çokcada zorluklara göğüs gerecek!...
          Şehrimde zakkum çiçeklerini gördükçe, orman gülleri aklıma gelecek...
          Ve orman gülleri ayrılık demek!..
          
Ve orman gülleri onun kokusu demek.

















Şimdiden özledim seni...















17 Mayıs 2010 Pazartesi

YİTİK..
















Çırpınır...
Bir kuş çırpınır yaldızlı kafesinde.
Kanatlarına güneş değmez
Sesinde bulunmaz gülüşler, ağlatır.

Islığında,
Bir yas türküsü tutturmuşsa rüzgar!
Karalar bağlatır.

Yemyeşil çayırlara değer yağmurun elleri
Terkedilmişliğe yandırır
Kader dediğin bu mu senin ey sevdam!...
Ayrılık mührünü göğsüne batırır.

                                  Newbahar



Farid Farjad - Ayrılık

16 Mayıs 2010 Pazar

BİRBİRİNİ KOVALAYAN GÜNLER...



                

(Şiir Dinletisi için dağıtılan davetiye)


      Cuma akşamı bizim ilçeden daha yukarıda bir beldenin, Yokuşdibi İlköğretim okulu'nun düzenlemiş olduğu ''Bir bahar akşamı Şiir dinletisi'' vardı. Şiir dinletisi AKM de yapıldı. O küçücük beldenin, engin gönüllü, şiir yürekli çocukları vardı...
      
       İlçeden ulaşımın zorluğunu bildiğim halde, bu şiir dinletisini kaçıramazdım. Neyseki saat 17 de ki memur servisinde kendime yer bulabildim.
       
       Cumartesi olağan işlerimi bitirdikten sonra benim yol hikayem başladı. Yalnız yürümeye alışık olduğum toprak yolda, bu kez bana 80 yaşında bir dede eşlik etti. İlk kez o yol bu kadar kısa geldi bana.

(Bu yol kışın ki kadar kuru değil artık, çünkü yine yeşillendi fındık dalları)

Yemyeşil fındıklara baka baka, belediye başkanını yere yere, siyasete söve söve ilçeye vardık dede ile.

(Fındık ağaçlarının rengi boyuyor hayatı)

Bugünse, şehre attık kendimizi. Kalabalığa karıştık, gürültüye alıştık...

Sahile indik, denizi seyre daldık.
(Ordu'nun derelerinden sadece biri)

Dönüşte istikamet yayla yolu, yeşilin içine daldı kırmızı ve yaşlı arabamız.
Akasya çiçeklerinin enfes kokusu doldurdu arabamızı. Rüzgarın dokundurmasıyla beyaz taç yapraklar uçuştu tepemizde.
Yere düşen aktan damlalardı sanki!...
Arabanın hızıyla savruldular, savruldular.
Yeniden hayata tutunmak istercesine!..
Ben gibi, Newbahar gibi.

                         Muhabbetle


11 Mayıs 2010 Salı

NEWBAHARCA

Ovalasam...
İçinden lambanın cini gibi, sürahinin cini çıksa!...
Ne dilerdim ki?
Biliyorum!
Üç dilek asla yetmeyecek
Bu dünyanın bozuk düzenini düzeltmeye!!!


Şöyle bir evde otursam!...
Huzura karşı, huzur ben olsam!
Bütün öfkem akıp gitse önündeki ırmaktan...


Bu kadar sakin akmıyorum son günlerde!...
Nefretim çağlıyor.



Dost meclisi kurulsa,
iki lafın belini kırsak!...

Bütün bu sakinlik, dinginlik çok ama çok uzaklarda.
         

3 Mayıs 2010 Pazartesi

DUVARDAKİ ATAM



           Taşımalı sisteme geçip kapanan pek çok köy okulu gibi bu okulda kadersizliğine terkedilmiş.


Geniş ve yemyeşil bahçesinde öğrenciler yerine koyunlar oynaşmakta.


      Okul binasının yanı başında ki lojmanda kimbilir hangi öğretmenler oturdu?



Kapısında asma kilit! Sıvası dökülmüş duvarlar ağlıyor...

Duvarda ki Atam!
                                 Yıksınlar heykellerini,
                             Resimlerini indirsinler birer birer...
                        Dağa yansıyan silüetin yok olsun varsın
                                 
ASLA AMA ASLA GÖNLÜMÜZDEN SİLEMEZLER!..

1 Mayıs 2010 Cumartesi

BEYAZ OPERASYON (ŞEHİTLER ÖLMEZ, VATAN BÖLÜNMEZ)








Karda iz olur, kara botların nefesi

Kamuflaja sinmiştir öfkenin kavga sesi
Beyaz örtünün yorgan olduğu dağlarda
Kara bir lekedir terörün gölgesi.


Sessizlikle kol kola ölüm tarar bölgeyi
Eller tetikte, gözlerde vatan sevgisi
Sıcak nefesin buhar olduğu havada
Bir anda yankılanır kalaşnikof sesleri


Soğuk siperlere karışır yiğitlerin bedeni
Kar yerine mermiler deler ayaz geceyi
Ay varsa semada şansları yoktur aslında
Kurtlara hediyemdir , kalleşin leşi


Ak örtüyü, al rengi kırmızı güller süsler,
Mehmedimin şahadet getiren dudakları güler.
O ermişken şehidlik muradına
Bir değil, bin yiğit sırasını bekler.




                                   Kapalıkapılar&Newbahar



Bilirsin bizim oraları...


Ne yaz ne kış sisi eksik olmaz. Sende sisli bir günde gitmiştin ya!


Kemençeyi dayım çalmıştı, horonlarda bütün sülale. Yayla çamurdu ama bundan kime ne! Traşını aşağı mahalleden İdris Emmi yapmıştı. Yüzünden aldığın sabun köpüğünü bana çalmıştın ya! Unutmadım hala kokusunu.


Akşamdan yorgunduk lakin, hepimizde bir heyecan vardı. Halam parmağına mor kınayı sürerken annem inil inil ağlıyordu.


Bilirsin bizim oraları...


Her sisten sonra yağmur ıslatır doğayı. Sen yola düştüğünde yağmur yağıyordu ya!


Islanıyordu bedenimiz, ıslanıyordu yüreğimiz.


Aşağı sapaktan yola çıkmıştı tertiplerin. Yolbaşında beklemekteydiler.


Magirusun havalı kornası yankılanırken, sen el sallıyordun. Biryandan da ağlıyordun...


Görmedim sanma!


Bir anamın çığlıkları, bir magirusun gürültülü bağırtısı...


Hiç unutmam!


Senden önce, ben binmiştim otobüse. Daha önce hiç binmemiştim ki abi! Dursun Emmim kızdı bana ''Ula uşak, İn lan aşağı'' dedi. Sanki magirus onun malı mı!


Sanma senin gidişine ağladım. Bi şoför koltuğuna oturamadım ya ona yandım!


Magirus salına salına yayla yolunu arşınladı. Çok sürmedi kaybolması, sisler içinde sis oldu. Yağmur başladığında sisler dağılır ya abi! Baktım yola, tepeyi koşar adımlarla çıkarak. Yolda ne tertiplerin vardı, ne magirus abi. Ah!... Son bi kez daha görebilseydim seni.


Bilirsin... Çay derme zamanı geldi mi evlerde kimse bulunmaz. Jandarma başçavuşda taaa üşenmemiş gelmiş yanımıza. Çay rengine karışmış alalı kamuflajı.


Zor tanıdı bubam. Önce sen sandı. Elinde ki makası attığı gibi yanına vardı. Yanında ki asker ağabeyler bakmadılar bubama, gözlerini kaçırdı başçavuşda. Hiç konuşmadılar abi! Bubam anladı ama kara haber geldiğini.


Bilirsin bizim oralarda...


Şehit evine al bayraklar asılır. Bir sen giderken asmıştık bayrağı, bir geldiğinde abi.


Bizim bayrağı muhtar emmi vermişti. Biraz solukcaydı ama bubam ziyanı yok dedi.


Senin üzerinde ki bayrak kocamandı abi. Bir bizimkine baktım, bir de senin bayrağına...


Kıskandım ne diyeyim! Keşke bu bayrak bizim olaydı diye.


Sonra Alay Komutanı dediler omuzları yıldızlı, gözü yaşlı askere. Zaten bir onda vardı yıldız, bir senin bayrağında. O asker amca mı seni çok seviyordu abi! Üzerindeki bayrağı bana verdi. Ben sevine sevine döndüm eve.


Yine sis var buralarda abi...


Bubam senin bayrağını astı dama. Sordum neden diye. Hamit ağabeyim askere gidecek diyeymiş. Ben giderken de bu bayrağı asar mı bubam abi, asar mı?


Senin dönüşünde ki gibi bedenimi sarar mı!...

                                                    Newbahar