.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

27 Eylül 2010 Pazartesi

OOOFFFF OF!!!

        Yine Newbahar ofluyor, yine Newbaharın canı sıkıldı.
        Canım acayip derecede adam dövmek istiyor. Hem can sıkıntısı, hemde küp gibi olma durumu.
Demiştim ya geçenlerde; şu memlekete geldim geleli işlerim hiç bir kerede hallolmadı. Nedir bu lanetin esrarı çözebilmiş değilim!
         Bugün okulda öğrencilerin kılık ve kıyafetlerini kontrol eden müdür (hey Allahım sen kimleri layık görüyorsun bu müdürlük makamına!) Alperenime senin pantolonun çok göze batıyor demiş. Pantolon gri değil, lacivert olacakmış mış mış...
         Okullar açılmadan müdür ile yaptığım kılık kıyafet görüşmesi:

- Müdür Bey, geldiğimiz okulun kıyafetleri sizinkiler ile aynı renk ve şekilde. Bir sene idare edin, ben yeni kıyafet almayayım.

_ Biz kıyafet konusunda çok disiplinliyiz. Almak zorundasınız.

_ Peki alalım ama pantolonlarınız ne renk Lacivert mi? (Kıyafetlerden taviz vermeyen okulun bu sene değişmiş olan yeni bir tarzı var ve onun üstü turkuaz mavisi polar, altı lacivert pantolon. 8. sınıflar eski formayı giyecek.
Eski forma, bordo renk triko süveter ve hırkadan oluşmuş.)

_Hayır lacivert değil, gri

-Ha öyle mi önceden de gri pantolon giyiyorlardı, iyi o zaman.

Ben akıllım (!) kıyafet serbestliği geliyor diye çocukların pantolonlarını ve ufaklığın önlüğünü verdim gitti hayrıma. Çünkü o vakit TV de bas bas bağırıyorlardı okullarda kıyafet serbestliği uygulanacak diye.

        Neyse yeni önlük ve oğluşun eski tarz okul kıyafetlerini aldım ve bir haftadır onları giymekteler.

Oğluş öğlen durumu bana bildirdiğinde tepem attı. Müdürün sülaleyle akraba olduk nerdeyse (erkek olsam ana avrat düz gittim dicem o kadar tepem attı yani)

Az önce okula gittim. Beyefendi bir kaç kişiyle görüşme halinde. Tahminen onlarda öğrenci velisi.

-Vaktiniz var mı M. Bey dedim

_Çok uzun değilse evet vaktim var dedi

_yok çok uzun bir mesele değil. (ulan uzun olsa nolcak sen benle görüşmek zorundasın, yaka paça giresim geldi tabi erke olsam!)

-Siz bize gri pantolon demiştiniz, şimdi lacivert diyorsunuz!

-Ya ogün kafam dalgınmıştır kem küm, hım mımmm...
Siz aldığınız yere gidin, bende selam söyleyin, size lacivert pantolon versinler.

(Yok artık DEVEEE! Bir hafta giyilmiş pantolon, paçaları ayarlanmış, yıkanmış ütülenmiş ve onu dükkan geri alacak!)

-Almazlar ise peki?

- O zaman bana söyleyin ben arayıp, aldırırım.

Kıyafet diziplininden bahsediyorsunuz ama ben bi disiplin göremedim. Kimisi lakost tşört giymiş kısa kollu, kimisi uzun kollu turkuaz renk polar sivit. Kiminin altında kot, kiminin altında tayt. Okul renk cümbüşü mübarek ( Bu kısmı içimden)

Kulaklarımdan ve burnumdan alevler çıkararak ayrıldım okuldan.

23 Eylül 2010 Perşembe

FİLİK HASAN'IN SAATİ



Köyümün kahvesi varya,başlangıçtır güne,

Her zaman yaren olur doğan güneşe.

Sabah muabbetleri başkadır,hiç doyum olmaz

Bu muhabbetler inanın parayla bulunmaz.

Kahvecimiz Dınkof dağıtırken çayları,

Bazen çok kızdırır mızmız ihtiyarları.

Filik Hasanımız var,bitmez hiç anıları,

Dinlerken hep beraber basarız kahkahayı.

Yine başladı işte anısını anlatmaya,

Dinlerken fırsat olmuyor nefes almaya.

Askere gitmeden bir saat almış kalitelisinden,

Büyük zevk alırmış tık tık tık sesinden.

Saat kolunda gölde kayıkla gezinirken,

İki metre havaya bir balık fırlamış çok irisinden.

Almış Hasanın kolundan saati dalmış göle,

Saat gitti be ne yapsa nafile.

Askerlik vakti geldi artık gitmek gerek,

Köyden ayrıldı Hasanım selam vererek.

18 ay oldu bitti askerlik döndü memleketine,

Yahu dedi:''köye gitmeden bi uğrayım balık haline''

Balıkları seyrederken,tanıdığı hırsız balığı gözünden,

Tebessüm oluştu yüzünde birden.

Balığı aldı götürdü evine,

Yalan gelmesin size kavuştu saatine.

Anlattıklarını can kulağıyla dinleriz,

Vebali boynuna Hasanın , biz yalancı şahidiz...

Köyümün kahvesi varya,başlangıçtır güne,

Her zaman yaren olur doğan güneşe.

Sabah muabbetleri başkadır,hiç doyum olmaz

Bu muhabbetler inanın parayla bulunmaz.

Kahvecimiz Dınkof dağıtırken çayları,

Bazen çok kızdırır mızmız ihtiyarları.

Filik Hasanımız var,bitmez hiç anıları,

Dinlerken hep beraber basarız kahkahayı.

Yine başladı işte anısını anlatmaya,

Dinlerken fırsat olmuyor nefes almaya.

Askere gitmeden bir saat almış kalitelisinden,

Büyük zevk alırmış tık tık tık sesinden.

Saat kolunda gölde kayıkla gezinirken,

İki metre havaya bir balık fırlamış çok irisinden.

Almış Hasanın kolundan saati dalmış göle,

Saat gitti be ne yapsa nafile.

Askerlik vakti geldi artık gitmek gerek,

Köyden ayrıldı Hasanım selam vererek.

18 ay oldu bitti askerlik döndü memleketine,

Yahu dedi:''köye gitmeden bi uğrayım balık haline''

Balıkları seyrederken,tanıdığı hırsız balığı gözünden,

Tebessüm oluştu yüzünde birden.

Balığı aldı götürdü evine,

Yalan gelmesin size kavuştu saatine.

Anlattıklarını can kulağıyla dinleriz,

Vebali boynuna Hasanın , biz yalancı şahidiz...

                                       
 
                                           Kapalıkapılar

22 Eylül 2010 Çarşamba

Newbaharca PROBLEM ÇOCUK

      
      

        Bugün perşembe, okulun 4. günü.

        Gece uyumamakta direnen velet, sabah uyanmamak için direniyor. Gözlerini sımsıkı kapadı, açsa uykusu kaçacak!

         Gece uyu artık demekten, sabah uyan demekten sesim gitti bugün.

         Sabah kalktı, kahvaltısını yaptı, giyindi ve hala uykum var deyip koltuğa mayıştı. Ne diller döktüysem kar etmedi. Pek çok şeyide uykusunun yanına bahene edip okula gitmek istemedi.

          Yazmayı ve okumayı sevmediği için öğretmenin sınıfta yazdırdıklarına çooook diyor. Evde kitap okutamıyorum, okumadığı için yazılanları anlamakta zorlanıyor.

           Evde farklı, okulda farklı bir çocuk. Bugün bu yüzden epeyce canım sıkkın.

           Sabah ona okul için yalvarırken tutamadım kendimi ağladım en sonunda. İçime bişey gelip oturdu yine. Bugün çok mutsuzum. Çok ağrıma gitti. Okulu ve okumayı sevmeyen bir oğlum var benim. Hatta yaramaz, aksi, tembelllll...

            Burdaki sınıfımızın en tembel öğrencisi benim oğlan sanırım. Diğer çocukları gözlemlediğim kadarıyla bunu farkettim. Onların yazıları çok düzgün ve cıvıl cıvıllar. Öğrenmeye istekli, öğretmenle diyalog içindeler.

Niye benim oğlum böyleeee...

Çok canım sıkkın. Tam ikna ettim önlüğünü geri giydirdim, kapıdan çıktım ki gelmek istemedi yine. Sinirlendim, bağırdım, dövesim bile geldi.

             Bazı konularda hep kendimce çözümler bulmaya çalıştım. Kimisi işe yaradı, kimi yaramadı. Bu sefer sanki elim kolum bağlı. Hediyeler, hoşlanacağı şeyler nafile. Hiç biri onun okulu sevmesine yetmiyor.

Öyle bir lanet inadı var işte. Lanet, lanet, lanet...

Şimdi kös kös oturup çizgi film seyrediyor. Üzerinde önlükle. Ona bilgisayarı yasakladım bugün.

Sanki bu sene hiç geçmeyecek gibi geldi bir an. Sanki hep böyle sıkıntılı geçecek günler, hep yalnız, hep mutsuz...

Yarın farklı bir gün olmayacak sanki!...

Henüz 3 ay oldu ama ben pes ettim gibi. Çok yoruldum gibi!...

Belki bu sabah ki öfkem ve levo yüzünden böyle düşünüyorum. Normal bi çocuk değil.

           Bugün beni ne kendime getirebilir? Hiç bilmiyorum. Canım feci sıkkın!!

20 Eylül 2010 Pazartesi

DARHANE ÇORBASI (Arşiv)


......El yordamıyla ahşap sedirin altına geceden sokuşturduğu çorapları buldu ve ayağına giydi Habibe Nine. Ayağa kalkacak gibi bir kere yeklendiyse de kendinde o takati bulamadı. Kolunu attığı hasır yastıktan destek alarak ağır aksak kalkabildi şişman gövdesi. Yavaş yavaş kapısını açtı ve bahçeye çıktı.


......Bu geçirdiği yetmişbeşinci bahardı, bir sonra ki seneye ''Allah kerim'' dedi kendi kendine...


Evin hemen yamacında bulunan taşdibeğin üzerine oturtuverdi yayvan kalçasını. Az ötede açmış olan akasyanın kokusu burnuna kadar geliyordu. Kokulara eşlik eden bir iki arıdan önce gocunsada, ellerinde ki derman sürekli sallamaya yetmedi, vazgeçti.


Etrafına kısık gözlerle baktı, torunu Selim iki gün önce evi sıvatmak için döktürdüğü iki el arabası kilin üzerinde eşeleniyordu. Seslendi;


''Len, Seliiiim... gaçıl len öteye, dağıttın bi avuç toprağııı... Huuuu deyusun oğluuu, gaçıl deyon sanaaa!''


Selim nenesinin bu serzenişlerine alışıktı. Anasına bi keresinde sormuştu ''neden nenem bana deyusun oğlu diyo ana?'' diye!


Anası, ''eyi bişe deel emme, deyo işte eben, kendi oğluna deyus deyo, sen aldırma emi!''


Selim ''ana! babam deyus mu'' demeye kalmadan anasının ayağından çıkan terlik kafasında yerini bulmuştu. İşte o günden sonra Habibe nine ne zaman Selim'e böyle seslense, Selim kulakardı eder, kılını kıpırdatmazdı.


......Habibe Nine, beline sarmaladığı dokuma kuşağın kenarına iliştirdiği torbadan eğireceği yünü ve kirmeni çıkardı. Yünün tamamını sol koluna doladıktan sonra, el alışkanlığıyla eline aldığı bi tutam yünü ustaca burmaya başladı. Kirmen yavaş yavaş hızlanırken Habibe Ninede manilere başlamıştı.


......Mektup yazdım kış idi, kalemim gümüş idi, daha çok yazacaktım, elim üşümüş idi...


......Name yazdım vardı mı. Yar eline aldı mı...


......Duvar üstünde keklik, kızlar giyer eteklik, kızlarda gabahat yok, erkeklerde eşşeklik...


......Her seferinde ayrı ayrı maniler dökülürdü Habibe Nine'nin dudağından. Manileri duyan çoluk çocuk taş dibeğin etrafına otururlardı. Bilirlerdi ki her maninin ardından onlara bir hikaye gelecek.


Ağzı kuruyan Habibe nine çocuklardan birine seslendi:


''Gııızzz! Eşe'nin telli gızııı, gözleri sürmeli, başı yemeni gızııı! Nenem, ökü destiden bi bardak su ve bakam!''


Suyunu içtikten sonra başladı anlatmaya!


......''Harb dönemiydi, goca Mıstıfa beni üç günlük gelin iken bırakdı getti cepheye. Ne dersiiinn..ne edersin garı başınla. Başımda bi dene eli maşalı, yüregi gamçılı bi gaynana...


Vurdumu oturtan bir deli gayınbuba...Hey gidiiiheyy! Cennette otura goysunla, beklesinle gelin Habibeyi bakam!


Ne deyodum hoytalar? Hah! elde yok, avuçda yok, beş on dene goyunun sütüne, bide yününe mıhtacız. Kümesde ki tavıkla desen ıscakdan yımırtayı kesmişle. Hincik gibi tel mi va? Kime haber salcaaan, kimden haber alcaaaann...Yol yok, yordam yok, üçcük cahil adamız goca bi hanede.


......Bi akşam vaktı kapı çalındı, gayınbuba tek gırmasını aldı çıktı gapıya. Gelen yaşlıca, ak sakallı bi dede. Tanrı misafiri dedik aldık içeriye. Ben hemen ocağı yaktım, odun ataşında tarna aşını bişirmeye başladım. Ortalık burcu burcu tarna aşı koktu. Ak sakallı dede halinden bek hoşnuttu. ''Geliiiin!'' dedi bana, ''sen bilir misin bu tarhananın hikayesini''...


''Ne bilem dede'' dedim. Başladı anlatmaya:


......''Devrin sultanı, Ramazan ayında, bir gün tebdil-i kıyafetle şehri dolaşmaya çıkar. Yanında baş veziri vardır. Sultan; Paşa, akşam ezanı kimin kapısının önünde okunursa o evde iftar edelim, der. İftar vakti yaklaşmıştır. Ara sokaklara girerler. Her evin kapısının önünde bir kişi beklemektedir. Bir misafir bulup evlerine iftar için çağıracaklar. Başkalarına iftar ettirmenin zevkine tadacaklar ve sevabını alacaklar.


......Sultan ve veziri kendilerini tanıtmadan, herkese selam vererek giderler. İftar topu atılıp akşam ezanı okunmaya başladığında, fakir ama gönlü zengin bir Müslümanın evinin önündedirler. Zaten ev sahibi de iftara birilerini çağırabilmek için orada beklemektedir. Sofra hazırlanmış. Sıcacık taze ekmek, tuz ve mis gibi tüten bir çorba vardır. Tuzla iftarlarını açarlar, ekmek ve çorba ile karınlarını doyururlar. Çorba, sultanın çok hoşuna gitmiştir. Ev sahibine; “Bu çorba çok hoşuma gitti. Ne çorbasıdır bu?” diye sorar. Çok zeki ve ferasetli olan ev sahibi; “Darhane çorbasıdır, sultanım” diye cevap verir.


İşte gelin tarhananın aslı budur. Darhane çorbasıdır amma velakin dilden dile dolana dolana tarhana olmuştur.''


......'' Aha çoşlarım, hadi bakam bu günlük bu gadar yete! Habibe neneniz yoruldu gari. İkindi okundu ben gidem de namazımı gılayım.''


...... Oturduğu gibi yavaş yavaş kaldırdı yayvan kalçasını Habibe Nine, o evine doğru giderken çocuklar çoktan oyunlarını kurmuşlardı bile.


"tarhana tartar


boğazımı yırtar


gel goca ahmet (mehmet, ali,hasan vs)
 
beni gurtar''

NEWBAHARCA

''Siz bizim yeni gelen matematik öğretmenimiz misiniz''

''Hayır''

''Peki ne öğretmenisiniz?''

(İllaki beni öğretmek görmekte kararlı öğrenci:))

''Ben öğretmen değilim ki!''

''Yaaaaa!''

''Ama öğretmene benziyorsunuz''

          Zor bi gündü. Çocuklar için daha zor. Yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler.
Levo gün boyu sus pus sırasında kapanarak beklemiş. Dersle pek alakası olmamış. Abicik her teneffüs kardeşini yoklamış.
Tatlı dilli, güler yüzlü İnci Öğretmen ilgilenmiş ama nafile.

       Alışacak, sevecek, daha iyi olacak.

       Huzurum var, umudum var, hevesim var...

                                                               muhabbetle

18 Eylül 2010 Cumartesi

ŞENER AMCA

         Akşam üzeriydi...
Güneş ha battı, ha batacak!
Bakkaldan dönüşümde apartmanımızın kapısından benden önce biri daha girdi.
Hemen akabinde ben.
Zemin katta oturan, eşinden ayrı yaşayan bu adam huysuzluğu ve geçimsizliği ile meşhurdu.
Apatman ahalisinin apartman önünde oturmasını istemez, çocukların kapı önü sohbetlerinden nefret ederdi. Hele ki onların top oynadıklarını görmesin, illaki başka yerde oynamaları için ikaz ederdi.
Komşularla ilişkisi hiç sıcak değildi. Sanırım eşide bu huysuzluğuna dayanamayarak gitmiş. (laf aramızda)
       O, kapısını açmaya çalışırken;
''İyi akşamlar Şener Amca'' dedim
''iyi akşamlar'' dedi
''Nasılsınız?''
Elinde yukarda resmi görünen çiçekler vardı. Bu çiçekler bizim buralarda çok olur. Öyle saksı veya bahçe çiçeği değildir. Tuhaf bir kokusuda vardır. Ne vakit bunların yanından geçsem kokusunu burnuma çekip, köyüme giderim.

         Elinde tuttuğu bir tutam çiçeği ikiye böldü. Bir tutamını bana verdi.
Sevindim.

Evine kendi için çiçek götüren adam!
Hani şu yol kenarlarında biten ot türünden çiçeklerden...

O sevimsiz simasının ardında yumuşacık bir yürek taşıyan adam!

     Bugün irmik helvası yapıp apartmana dağıttım. Şener Amcaya da oğluş ile gönderdim.
Ve o gönderdiğim tabağa üç dilim baklava koyup geri vermiş oğluşa.
Belli ki baklavalar bayramdan kalma. Ne güzel düşünmüş. Hem bayram için baklava almayı ihmal etmemiş (ziyaretine gelen oldu mu acaba?) hem de tabağımı boş göndermemişti.
Bayramda evimde olsaydım muhakkak giderdim.

        Komşularımı seviyorum.


16 Eylül 2010 Perşembe

Newbaharca

      Canım sıkkın. ÖYlesine eften püften yazasım geldi şimdi. Sabahtan herşey iyiydi. Sonra bi sıkıntı çöreklendi, savmak ne mümkün!
       Çocukları sinemaya gönderdim. Güya evimi silip süpürecektim. Sonra Zeliha Hocanım geldi (annem olur kendileri). İki lak laktan sonra beraber muhtarlığa gittik. Muhtarlıktan okuldan istedikleri ikamet belgesini aldık. Sonra çocukların nakili için okula.
        Kaçıncı gidişim. Zaten şu memlekete geldim geleli hiçbir işim bir kerede hallolmadı. Müdür, müdür yardımcısı pek bi soğuk geliyoırlar bana. Benden sonra nakil için gelen veliden kayıt parası istediler. Benden niye istemediler, (iyikide istemediler)
         Alpişin TC sini yanlış almışım. Ne salaklık ama. Tabi müdür yardımcısı o numarada öğrenci bulamadı haliyle.
         Zeliha Hocanımı gönderdim, eve geldim, TC yi tekrar kontrol ettim. Oooofff of eşimin TC kimlik nosunu almışım. PÖFFF!!!
          Tekrar okula dönmek istemedim. Bi daha gitsem ne yol aşınır ne ayaklar...
Aksilikler canımı sıkıyor. Bütün ev temizleme hevesim kaçtı.
          Film bitmek üzeredir sanırım. 1 saate kadar çocuklar gelir. Hatta toparlanıp onları çarşıdan ben mi karşılasam!
Bilmem!, bilmiyorum. Tekrar üzerimi değiş, yola çık, otobüs bekle... Uzun iş. En iyisi çıkmamak.
          
         İnsanların yüzünde gülümseme eksik. Konuşurken gülümsemeden konuşuyorlar. Böylelerini görünce sinirim bozuluyor ve ne diyeceksem unutuyorum. Bir an önce öyle ortamlardan çıkmak en iyisi. Çıkmaktan öte kaçmak gibi geliyor bana.
       
          Şu klavyenin tıkırtısı ne hoş. Ruhunu dinlendiriyor insanın. Biraz rahatladım mı? Bilmem!...

           Şu andan itibaren hiçbirşey bilmiyorum.

           Apartmanın yanına çöp atmış geri zekalının biri. Gidip onu alayım. Elime mi yapışacak. Etraf naylon, pet şişe, kağıt parçaları kaynıyor. Bu belediye neden bu bölgeye bakmıyor?
Cevap çok açık. Burda oturan kesim bu partiden değil.
           
              Geçen yan apartmandan çıkan göbekli ve kel adam elindeki kağıt parçalarını ağaçların arasına attı.
''Sizde atın, bende atayım, burası çöplüğe dönsün'' dedim benden yaşça büyük olan komşuma!!
Ne dese beğenirsiniz ''Herkes atıyor''

''Tamam işte bende onu diyorum'' herkes atsın, belediye toplamasın şu güzelim sokak ne halde şimdi.

Oysa ben burayı seviyorum. Çam ağaçları, sessiz, huzurlu...

Karadenizde yağmur varmış. Sisili dağlarım sis içindeymiş. Özlemedim. Ordan hiç bir mekanı ve hiç kimseyi özlemedim. Arkalarından lanet okuyasım geliyor zaman zaman.
  
           Haydi kaldır k.nı Newbahar. Evimi süpüreceksin, dışarı mı çıkacaksın, telefonla birilerini mi arayacaksın, ne yapacaksan hadi gari kalk ökürden.

Bi gün öz şivemle bişeyler yazayım. Bunu kapalıkapılar (eşim) iyi yapardı. Hatta onun bloğundan bir yazı çalıp yayınlayayım size. Tam bir komedi.

Ben komik şeyler yazamıyorum. Yapımda yok. Normaldede komik ve girişgen değilimdir zaten. Soğuğum yani. O yüzden bir çok sevdiğim insanın telefonunu alıp alıp arayamıyorum. Çekinti işte.

          Aaaaaa habire yazasım geliyor.

BİR OF ÇEKSEM KARŞIKİ MAHALLE SALLACAK:))

                                                                                    Muhabbetle...

11 Eylül 2010 Cumartesi

BEREKET ÇARKI VE DELİ

sonra!...

Ramazan Efendi geldi...

sonra Arife Hanım...

ve sonra Bayram Emmi!...

ve  köyün akıllısı...

ve tüm zamanları kendisine bayram addedilen köyün delisi!...

        Deli deyip geçmemek lazım. Abdallığı konuşmasından belli...
        Hani o meşhur bayram ziyaretleri var ya!
 Bir kaç kelam edip, bir kaç el öpüp, bir kaç lira toplayıp gidecek.

        Akıllılar ağırlandı, deliler gönüllendi. Ellerine ve de ekstradan ceplerine küçük çıkınlar sokuşturuldu.

Deliler sevine sevine yol aldılar karşı ki köye.

Ev doldu, doldu taştı. Sofranın biri kalkıp biri kondu. Envay çeşit çerez ve ev baklavasıyla dolu tepsiyi Newbahar gelin taşıdı.

Bereket hasıl oldu.

Bir tek kayınvalidenin çekip çevirdiği köy evi bu bayramda canım kayınpederimin sağlığında ki gibi doldu taştı.


Sanırım işin sırrı akıllısınada, delisinede hürmette.

                                                                    muhabbetle

6 Eylül 2010 Pazartesi

DÜŞ


Uyuyorsun!...

Gecenin karanlığına yumuyorsun gözlerini

Az sonra açılacak kapıdan,

Doğacak düşlerin.

Bir bilmeceye dolanacak dilin,

Koşacaksın belki bilinmeyene doğru

Bildiğini sanarak!

Vardığın ben olacağım...

Ya da ömründe görmediğin bir cemal.

Ansızın kaybolurken yanımdan,

Geride kalan beni düşünmeden gideceksin,

Veya yanında yeni bir dost hayaliyle,

Varmayı hayal etmediğin yerde biteceksin.

Sevmediğin dalgalar karşılayacak seni,

Bir gemi güvertesinde savrulacak saçların.

Bazen bataklığa saplanmış ayakların

Çıkmaya çalıştıkça, batacaksın.

Öyle anlar gelecek ki,

Zaman ve mekanın sonsuzluğunda

Yıllar öncesine veya yıllar sonrasına

Işık hızıyla göçecek ruhun.



Sen!...

Sen olmayacaksın...

Bir derin ızdıraba gark etmiş gönlüne

Sitem ederek, uyanacaksın.

           
        Newbahar




4 Eylül 2010 Cumartesi

NEWBAHARCA

      Çok şey değişti yarim!...
      
      Şehir değişti, ev değişti, düzen değişti.

      Bakma benim aynı kaldığıma, başımın çaresine bakar oldum!...

      Bende değiştiiiim, çocuklarda!!

      Sensiz yaşamayı öğrendik zamanla.

      Geçen gün çayımızı değiştirdim. Artık Çaykur tiryaki almıyorum. Ucuz buldum Lipton Doğu Karadeniz aldım. Harika tadı var, sen beğenir misin bilmem!

       Yakında içine bir adet karanfil atacağım. Karanfilli çayı severim hatırlarsan!
       Şimdi keyfime göre çay içiyorum artık.

       Sensizlikle demleniyor bir yudum hasret!...

        Oda parfümünün kokusunuda değiştirdim. Şimdi portakalsı kokuyor salon.

        Sen kokmuyor artık hiçbir mekan.

        Uyku düzenimizde değişti.
Çocuklar gece yatmak, sabah kalkmak bilmiyor anaları gibi...

         Yemek düzenimizde yok sen gittin gideli.

         Her bişey değişti yarim!...

         Çocukların okul kıyafetleri, masanın üzerine koyduğum çiçek, banyoda ki çamaşır sepeti dahi...
Yeni aldım çiçekli.

          Eskisini atmadım merak etme. Çocukların oyuncaklarını koydum içine.

          Geçen pazardı, oğlan saçlarımı kestiricem dedi. Sonra pazar berberin açık olmadığını hatırladık.
Bugün yine pazar yarim ve berber yine kapalı...

Bir hafta nasıl bir hızla geçti ki? saçlar yine kaldı.

           Saçlar uzadı yarim, günler kısaldı...

           Biliyorum,

           Böyle bir alakayı benden başka kimse kuramazdı.

                                                     Newbahar