.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

12 Aralık 2013 Perşembe

NEWBAHARI BİTİREN ÇELİŞKİLER!

       Çok şey yapmak istiyor insan... Çoğu eksik kalan şeyi tamamlamak...

        Kimseye aldırmadan! Sorumluluklarını düşünmeden, sorumsuzca!

        Sıradan giden bir hayatta ne eksik olabilir diye sorduğumda ''her şey'' diyorum. Her şey tamammış gibi gözükse de her şey eksik, ben eksiğim!

        Şiirler yazıyorum aklıma düştükçe, artık tamamlayamadığım hikayelerim çoğunlukta. Ve hayal gücüm hiçliklerle savaşırken pek çok öykü hiç başlamadan bitiyor beynimde.

        Ah şiirlerimmm...

        Beni Güliz'den öte Newbahar yapan şiir aşkım!

         Elimden geldiğince Şiir antolojilerine girmeye çalışıyorum. Ufak tefek masraflar çıkıyor o zaman sorumluluk duyduğum insanlara. Ufak tefek de olsalar altında ezilmemek mümkün değil.
       
          Üç sene evvel ilk girdiğim antoloji bende (itiraf ediyorum) büyük sükse yapmıştı. Havam kendime!
Elime geçenleri çok sevdiğim insanlara hediye ettim. Elimde sadece 2 tane kaldı oda evlatlarıma. ''Büyüdüklerinde belki arkadaşlarına, belki eşlerine gösterir ve derler ki ''Benim annem şiir gibi yaşadı ve şiir öldü'' Hani öyle sıradan bi ev hanımı değildi!

          İkinci antoloji! bu tam bir hayal kırıklığı Newbahar için. Birincinin hemen akabinde yatırdığım beni ezen tutarın , heyecanla gönderdiğim şiirlerim ve kitap teslimi için verdiğim adresin üzerinden çok şey değişti, adresim değişti. Ve 3 yıldır oyalana oyalana hevesi kaçan, antolojinin canı cehenneme! diyecek kadar sinir küpüne dönmüş olan ben!

         Bu sene yaşadığım ilçenin Ramazan Ayı etkinliklerinde rastladığım şiir bakışlı kadın...

         Akşamın karanlığında, sahnede, dönen semazenler eşliğinde tasavvuf şiirleri okuyor. ŞİİR OKUYOR KADIN, BİR KADIN ŞAİR!..

         Programı bittiğinde, insanlar dağılmaya başladığında sahneye çıkıp yanında bitiyorum. Klasik cümlelerle tanışma faslı, şiirler, şiiirler, şiirler... Kitapları var şairin, programları var, dolu dolu geçen şiir hayatı var...
Çantasından kitabını çıkarıp benim için imzalıyor. (İstememiştim oysa) Ama o anladı, çok şey anladı!
         
           Şiir dostluğu başlıyor!..

           Sonrasında facebookta eklemeler, yazışmalar, görüşmeler, paylaşmalar derken ve dün oldu vakit.

           Çıkaracakları şiir antolojisine katılmam için aylar önce teklif vermişti. Antolojide çok değil sadece 1 şiir ama pek çok değerli şair kalem, Ankara da sanata emeği geçenlere ödül, töreni, kokteyl vs. vs.

            İkinci antolojiden kazık yemişken insan hayat arkadaşına böyle bir şeyi nasıl der! Newbahar nasıl der? Nasıl yapar Ankaraya gider? yada gidemez, yapamaz, edemez!!!

           Uykumu kaçıran düşünceler ardından katılmama kararı aldım. Ve DÜN!!!

           Dün yine şair bakışlı kadından mesaj var! ''Antolojimizde ... şiirinizle misafir şair olarak sizi alıyorum.

           HEYYY HAATTTT! Ben KİMİM!

           ''Nasıl olur? ben ev hanımı, kitabım yok, şiirlerim çok! vaktim yok, vaktim çok!''

Hem onca para ödeyip antolojiye giren insanlar için haksızlık olmaz mı? (ah bu iyi niyet!) Çoğunun kitabı var, sanatsal bir yaşamı var, proğramdan proğrama koşuyor adamlar. Hatta face'e gir bak mesleği ''Eğitimci-Şair-Yazar

             Kalemimin İncisi bana bu kadar mütevazi olma dedikten sonra bende değiştirdim mesleğimi. Artık bende de ''Şair-Yazar'' yazıyor :)

             Dün gelen mesajdan sonra yine uykusuz bir gece. Sevincimi paylaşamadığım çevrem, dillerinin ucuyla ''bekide çok gereksiz gördükleri için'' sevinmiş gibi tebrik edenler, konunun 1 dakikayla değil saatlerce muhabbete dahil edilmesini isteyipte hemen kapanmasına! çok çok üzüldü Newbahar.

             Ankara!
           
             Sana gelmek istiyorum... O şiir kokulu salonda bende olmak istiyorum.

              Gitmeli miyim? gitmemeli mi? Tam ''Anasını satayım git kız'' derken sonrasında ''otur oturduğun yerde''
              Yalnız gitmek istemiyorum, bir desin bana ''n'olcak gideriz, geliriz, Ankaranın tozunu attırırız''

               Kimse yok! Kimse yok derken kız kardeşim arıyor. ''Hadi senle Ankaraya gidelim bacım? Şu şu tarihte, şundan dolayı, şunu yaparız, bunu yaparız...''

               ''Gidelim kız'' diyor anasını satayım diye ekleyerek!

               Planladık. Gidiyorum Ankaraya... Ve antolojiye misafir olarak değil para ödeyerek sadece 1 şiirlede olsa katılıyorum. Bu bir miktar paraya oradaki açık menüde dahil oluyor sonradan! Sonra bacımın menüsü, yol masrafları, gidiş dönüş, orada yapılacak harcamalar!...

               Gitmeli mi? gitmemeli mi? Kalmalı mı, kalmamalı mı?

               Ve blog sen bana iyi geldin. Şu satırları sabah sabah aklıma dolamış oynatıyorken yazmak iyi geldi. İnsan kaç kere gelir dünya ya ve kaç kere şiiri yayınlanır (benim gibi biri için en azından), kaç kere aklına eseni yapıp sorunsuz ve sorumsuzca çeker gider!...

              İzinsiz, onaysız olmuyor bu işler. Ev ahalisine danışıldı, yeterli destek sağlanmasa da kimsenin köstek olmayacağına bakılıp gitmeye karar verildi.

           

       

25 Eylül 2013 Çarşamba

YALNIZLIK DERİNLERDE

     Sonbahara dönmüş iki ağaç arasından sandalyesini iterek çekti ve elini cebine attı. Yanına yaklaşan çaycıya içtiği üç çayın parasını ödedikten sonra yorgun adımlarla bakkala yöneldi. Bi paket sigara, bi tane ekmek.
     Üzerinde ince gri hırkası, içinde mavi gömleği, rengi yıkamaktan açılmış siyahımsı pantolonu yarı kırışk yarı ütülüydü. Cebindeki bozuk para şıkırtısı haricinde anahtarlıkta yer alan dört beş anahtardan demir kapının anahtarını bularak kilide soktu. Kapı sessizce açıldı, demir kapı olmasına rağmen!
     Ekmeği vestiyere bırakıp lavaboya gitti. Çıktığında bıraktığı ekmeği almak yerine oturma odasına girip televizyonu açtı. Eski model çekyatın kenarına dizini büküp otururken yavaş yavaş göz kapakları kapanıyordu.
      Eve geldiğinde insanı karşılayan birinin olmaması ne acıdır. Tek beklediği pizzacıda çalışan büyük kızı Zuhal'in işten çıkıp eve gelmesiydi. Karısı geçen yıl epeyce yoğun bakımda yattıktan sonra aşırı kiloya bağlı nefes darlığı yüzünden vefat etmişti. Obezite bu aileyi bir lanet gibi sarmıştı adeta.
      Zuhal evin büyük kızıydı. Bu yaşlı adam ve karısı yıllarca Almanya çilesi çekmiş, dönüşlerinde oturdukları bu evi satın almışlardı. İçinde Almanya'dan tırla gelmiş eşyalar, Alman malı olan duvar kağıtları, henüz biz yerde yemek yerken onların kahvaltı dahil tüm öğünlerini masada yedikleri geniş bir salonu vardı.
Bu eve hayranlığım ancak iki üç ayda bir, hafta sonlarında mecburi alışverişlerimizde kasabadan Denizliye gelişimizde başlamıştı. Kasabanın virajlı yollarından ve o yıllarda otobüste içilen sigaralardan ölmüş bitmiş bir halde yol kenarında indiğimizde beşyüz metre ilerde masada kahvaltı bizi bekliyor olurdu. Zeynep Halamın ve kızların hazırladığı kahvaltıyı yaptıktan sonra çarşıda olan işlerimizi bitirmek üzere ayrılırdık bu evden.
        Zuhal, Demet zeki kızlardı. Zeynep halamların Almanya'da olduğu yıllarda ikisi kasabada anneannelerinin yanında iki sene kalmışlardı. Dede kemik tarak ustasıydı ve hem yaşlı, hem şişman anneanne onlara annelik etmeyi pek severdi. Sonradan düşündüğümde dedem ve babaannemin bu kızlara olan aşırı düşkünlüğü onlarla kalmalarından kaynaklanıyordu.
        Zuhal de Demet te benden büyüktüler ama ben daha çok Demetle oynamayı severdim. O eski toprak kokulu Dede evi bizim en güzel oyun alanımızdı. Ahşap merdivenlerden her iniş  çıkışımızda dede kızar, bağırır, sesiz olun diye sertce uyarırdı. Evimiz olduğu halde okul tatile girince ahşap kokulu bu evde kalmaya bayılırdık.
Yıllar sonra Demet ile yollarımızın ayrılacağını ve belki yıllarca birbirimizi görmeyeceğimizi bilsem içimde kıskançlık olmadan onları daha çok daha çok severdim.
Birgün kıskançlık yapmadan, dedenin arada gelip yattığı, üzerinden yorganı ve yastığı hiç kalkmayan sedirin üzerinde Demet ile zıplarken Demet; ''Biliyor musun? annem hamile, kardeşimiz olacak''
       Ve halamın onca kilosuna rağmen, zorlu, riskli doğumunun ardından üçüncü bi kuzen daha bu aileye katılıyordu. İsmi ise Nazan.
        Nazanın sarışın ve tonbiş bebekliğini görmek ancak Denizliye gittiğimiz zaman nasip olurdu. Her gidişimizde ona evden en sevdiğimiz oyuncaklarımızı taşır, bir daha ki gidişimizde olmayan oyucağımızın akıbetini soramazdık.
         Lise zamanları gelince kızlar annelrinden az daha zayıfça ders, okul, ev, dershane dışında hiç bir hareket olmadan okullarını başarıyla bitiyorlardı. Zuhal diş hekimliğini kazandığında onun okulu bitiremeyeceği kimin aklına gelirdi!
Üniversitenin bulunduğu şehrin ihtişamı, anne baskısı olmadan yaşanan başı boş hayat, deliaklı zamanların en deli çağında okul ikinci planda kalıyordu. Sonunda okul uzayıp, kızın okulu bitiremeyeceğine karar veren aile komisyonu Zuhali baba evine geri getiriyordu.
Zuhal de elbet bir iş bulup, sonraki yıllarda hiç bitmeyecek çalışma hayatına adımını atıyordu.
         Halamın ortanca kızı Demet te Sınıf öğretmenliğini kazanınca, halamın dizinin dibinden üniversiteye gidip gelişi okulu başarıyla ve uzatmadan! bitirmesine en büyük etkendir.
         Demetin ilk görev yeri Antep olunca, Antepe gidip kızı emin ellere teslim etmek babaya düşmüştü. Kimbilir eniştem kızının antep e yerleşeceğini, antepli bir damadı olacağını, yılda bir kere torun torba gelecek diye yol gözleyeceğini bilseydi o yolları içi ferah olarak arşınlar mıydı!?
          Ve  Demeti aşk Antep te buluyor ve çoluk çocuk derken, yıllar sonra bi karşılaşmamız sırasında sorulan nerelisiniz sorusuna ''Antepliyim'' deyişine şahit oluyordum.
         

(Devamı gelecek)

19 Temmuz 2013 Cuma

NEWBAHARE




Gün içinde yüzlerce satırlara yazıp yazıp sildiğim sitemlerim...

Şimdi bir ''HİÇ'' lik makamında oturmakta. Belkide yorgun hatırlar, yorgun... Öylesine yorgun ki bir hatırayı daha düşünecek derman yok.

Ne çok şiir yazardım, ne çok bloğa girerdim, ne çok anlatacak şeyim olurdu ve ne çok paylaşırdım... Her şeyi!

Şimdi neyi nereden paylaşacağımı ve neden paylaşmak istediğimi bilmeden yazıyorum. Yazmayı özlemişken sıradanlaşmak bu olsa gerek.

Günlerdir, aylardır kontes ve karameli düşünüyorum. Beni takip edenler bilir onlar çöpten bulduğum iki kedi yavrusuydu. Yine böyle sıcak bi ramazan ayında pide yerine onlarla dönmüştüm evime.

Eşim yanımızda değildi o dönem, mecburi ayrılıklar bazı kavuşmalara neden oluyormuş! Eşim döndü ben onlardan ayrıldım 10 ay sonra. Ne acı bir ayrılıktı, acısı hala dinmiş değil. 
Resimlerine bakıp bakıp ağlamam çok özlediğim ve onları terk etmek zorunda kaldığım için!

Okullar kapanınca iki sene kaldığım evime gittim. Antikalarımı doldurduğum şark odası hala o günler kokuyor!
Salona bıraktığım, yılların yükünden eskimiş koltukların üzeri örtülü. Kenara itilmiş TV sehbası, eskibir şifonyer, dürülmüş köşeye dayanmış iki adet halı...

Koltukları açtım deli gibi, belki sarı bi tüy bulurum, belki kontesimin hep yattığı yerde o parlak kırçıllı tüylerinden kalmıştır ha!

Evet, ,işte burdalar...

Balkon toz içinde, mutfakta bıraktığım 4-5 tabak, kullanmadığım tencereler, kaşık maşık...

Gece boyu püfür püfür esti anılar!

Şimdi her şey gerçek. Aynaya bakınca bende gerçeğim, yemek yerken onlar, temizlik yaparken ev, kapıda gördüğüm komşu... gerçek!

Ramazan ayının bi türlü gelmek bilmeyen maneviyatı gerçek!

Olması gereken bu değildi.

Şimdi bi bayram temizliği telaşı, yeni atanmış personele ''hoşgeldin'' ziyaretleri, yapılacak ikramlar, giyilecek bayramlıklar, çocukların olması gerektiği kadar yaşamalarına izin vereceğim bayram sevinci!

Tüm bunların hesabını yaparken memlekette görmek isteyipte göremediğim çok ama çok kıymetli güzel insanlar...
Söz veripte gidemediğim dost, kırılma bana, gücenme.

Olmayınca olmuyor bazen!

İnsanın hiç bir şey elinde değil. 

Hani evdeki hesap bi türlü çarşıya uymaz ya!

Uyduramadı Newbahar yine.


28 Mart 2013 Perşembe

GÖLGE

Gölgem indi merdivenden
 
Ben arkasından peşi sıra
 
Son basamakta durdu, yukarı baktı
 
Bakışları bende kaldı.
 
Gölgem yürüdü yanımdan
 
Yürüdük, onun adımlar sessiz!
 
Yürüdük duvardaki suretler densiz.
 
Güneşe eyvallah dedik, güdük bir gölge 
 
Adımlar küçüldü saatler değiştikçe
 
Sonra ben uzadım, o uzadı yanımdan
 
Akşamın rengi düşmedi yakamızdan.
 
 
Gölgem çıktı merdivenden
 
Ben baka kaldım aşağıdan!
 
İlk basamakta durdu, aşağı baktı
 
Bakışları dünde kaldı.
 
 
Dünle bugün arasında hiç bir şey aynı değildir. Gölgen bile!..

13 Mart 2013 Çarşamba

Başlık yok işte!

      ''Hakkatten anne yaaa! Sen hiç gülmüyon. Biz Cem yılmaz izlerken sen Sergen gibi bakıyon''

dedi oğlan/cık.

Farkındayım... Çok az güldüğümün!

Annemde öyleydi. Biz Eşşek kadar olmuş ilk renkli televizyonumuz karşısında, görmemişliklen beraber TV seyrederken, kadıncağız gün boyu öğrencilerinin ve evin vermiş olduğu yorgunlukla, kimbilir nerelere dalar giderdi!

        Bilmem! Gülünecek gibi gelmiyor artık çoğu şey. Ya ''keşke''leri düşünüp hayıflanıyorum, ya elimden kaçırdığım bin bir fırsatı değerlendirmemekle suçluluklara boğuluyorum, ya da beni ilk görenlerin ''öğretmen misiniz'' sorularına içimden ''evet'', dış sesim ile de ''hayır ev hanımıyım'' diyerek sonuna eklediğim ''ama üniversite mezunuyum!'' cevapları ile beynim karman çorman bi tarlaya dönüyor.

Tarlada her çeşit ürün mevcut akabinde biçildiğinde beş para etmez!

             Yapamadıklarım, asla yapamayacaklarım, elimde iken kaybettiklerim, çok istememe rağmen sahip olamayacaklarım...

        Yine bir Cem Yılmaz izlerken onlar, fırsat bulmuşken bir kaç cümle iç çekiş Newbahardan!

4 Mart 2013 Pazartesi

New-bahar bahar bahar ba...

                      Berbat geçen bi hafta sonunun ardından tıkalı bi kulakla yaşamanın nasıl bişey olduğunu anladım nihayet!

Üstüne üstlük grip, yapılması gereken ev işleri, çoluk çocuk... beslenme. Aksaksız yürüyen bi ev hanımlılığının ardından tatil denen hafta sonunda tatil yapamamak!

                       Neyse ki dün kendimi toparlayıp gittiğim iğrenç devlet hastanesinin KBB doktoruna açtırdım kip kirli (herşeyi duyan) kulaklarımı. Gelmişken birde troid tahlili istedim. Biliyorum uzun zamandır benim sigortalarda ters giden bişeyler var.

Yapılan kan tahlili, ultrason vs. derken az sonra yine doktorun kapısını çalıp Multinodüler
Guatr neymiş öğreneceğim. Gerçi akşam tüm guatr sayfalarını gözden geçirmiş olsamda doktorun anlattıkları daha aklımda kalacak.

                      Bugün bu sevimli ilçenin pazarı. Hastaneden sonra pazara çıkıp haftalık alışverişimi yapıcam, sonra ev ahalisi yemeğe toplanacak sonrasında gidilmek istemeyen fakat gidilmesi gereken bi ev gezmesi daveti var.

Bugün çok yorgun Newbahar.

                      Ve hastanenin kayıt bölümünden aldığım sıra etiketinde yaş:37 yazıyordu!
Hayır olamaz derken 37 ye 2 ay kaldığını hatırlayıverdim.

 Öyle olsun bakalım!

                    

2 Mart 2013 Cumartesi

BAHARA ÇEYREK KALA

 
 
 
 
 
 
 Düşerken hüzünlü bir yanı vardı cemrelerin..
Canları yanmasın diye tutası gelirdi çocuğun!..
Tutardı bahara çeyrek kala
Birinci, ikinci... üçüncü cemre
Tuttum sandığı o anda
Dile düşerdi cemre!
''Cemre düştü, cemre düştü''
Canı yanardı üç kere
Hava kadar soğuk,
Toprak kadar çamur,
Su kadar sızılı olurdu
Bahara çeyrek kala,
Canı yanardı.
 
           (Güliz)

14 Şubat 2013 Perşembe

Boş-Ver

       Bomboş mu geçiyor hayat! yahut iş güç derken zamansızlıklar içinde kendine zaman ararken mi geçiyor.

        Sadece kendime ayırdığım sabah yürüyüşlerinin ardından gün içinde sıradışı bişeyler olmuyor. Herkesin bildiği gibi ev kadınının, annenin, eşin yapması gereken günlük işler!

         Geçen sene bu zamanlar kediciklerimle başbaşaydım. Sevgililer gününüz kutlu olsun derken ardıarkasına öpücükleri o tüylü yüzlerine sıralıyordum.
Halen özlüyorum...
Onları öpmeyi, kucağımda uyumalarını, sabah oyunlarını, yemek bekleyişlerini, mutfaktan gelen gürültülerini, eve gelişlerimde üzerime tırmanmalarını...

Haziran 13 ten beri ne çok geçmiş.Onları özel hayvan hastanesinin kapısına bırakıp sinsice ayrıldığım, en mutsuz gün!
Ne çok ağlamıştım, ne çok isyan etmiştim hayata, sahip olmaktan mutlu olup ayrılmak zorunda bırakıldığım taşınma hallerine, eşimin mesleğine, kendime...

        Şimdi de yine eksik hallerde, olması gerekenleri sorgulayıp sorgulayıp üzülüyorum.

Olması gerekenler!

          Neden affet beni Newbahar dedim?

          Newbahar şiirdi, öykülerdi, hikayelerdi, yaşanmamış duygulardı, her harfin içinde özlemin, kırgınlığın, mutsuzluğun olduğu bir alfabeydi...

           Şimdi Newbahardan öte, ben olarak hepsini öldürdüm. (gibi)

           Bloklarda hayat bulan her yazı eskilerde kalmış gibi.

           Sahip olduklarımın kıymetini bile bile, arka planda özlediğim kedilerim var. Yeni bir dosta sahip olmak imkansız şu şartlarda. Ah ''şartlar''

            Şimdi sıradan bir günlük mü oluyor Newbahar!..  Belki bir gün uğrayıp şiir bırakırsın ha?
Bende gelir okurum, severim, mutlu olurum kim bilir!

9 Şubat 2013 Cumartesi

Kimedir İsyanın!

            İnsan 30 undan sonra kendisiyle daha çok yüzleşiyor... Hatta kendini daha çok sorguluyor, kendinden nefret ediyor!..

Ve aslında benim 30 undan sonra ortaya çıkan feminist duygularımla, kendimle, kadınlığımla kavgam başlıyor!

Anlatması güç. Ben olmayan yaşayamaz!

           Kadın olmanın dayanılmaz nefreti! Erkek olmanın rahatlığı, kolaylığı, sorumsuzluğu ve hayran olduğum özgürlüğü...

           İnsanın elini kolunu bağlayan kadınlık! Evlatlarına, evine, kocana sorumluluk, hizmet zarureti, akşamları vurup kapıyı dışarı çıkamamanın ezikliği!

Ne ararsın gecenin bu vaktinde kadın!

           Sana ne! deyip ardı arkasına sıralayamadığın küfürler... Senin soyuna, sopuna, gelmişine, geçmişine........

           Bazen O çocuğu derken bile ağzıma yakışmıyormuş. Ya öyle kadın olunca öyle!

          Ah bi erkek olaymışım ben! senin yedi sülaleni....!!!

          Nerden çıktı bu? Yürüyüş yapmayı seviyorken adam aldı başını gitti. Hemde akşamın bu saati. Ya ben! ya ben! kadınlığımla başbaşa. Öğğğğğğ iğrenç..

Kızgınım.

Çok kırgınım.

Newbahar beni affet!