.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

19 Haziran 2010 Cumartesi

İÇİM KAN AĞLAYARAK, SON BİR KAÇ SATIR...

    

       Açılımın meyvelerini yavaş yavaş topluyor başbakan.

       Bugün verdiğimiz 10 şehitten sonra gayrı yazamam ben. Onca ailenin ocağına ateş düşmüşken, onca yürek cayır cayır yanmışken hiçbir şey olmamış, ucu bana dokunmamış deyip yazmaya devam edemem ben.

        Çok değil 25 gün sonra, o lanetli bölgeye eşim gidecek. O oralarda mücadele ederken, ben evimde hiçbirşey yaşanmamış gibi rahat duramam.

         Bundan gayrı yazamam.

          Herkese Allahaısmarladık.

                                                Newbahar

17 Haziran 2010 Perşembe

YAĞMURDAN ISLAK (SON)

     Odanın sıcaklığı yavaş yavaş düşüyordu. Tekrar yakmaya gerek görmedi Zerrin. Zaten yatacaktı, vakit hayli geç olmuştu. Dışarda yağan yağmur kesilmiş yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Uykuya dalan gözlerin yeniden açılması uzun sürmedi.


     Yine öksürükler boğuyordu Zerrin'i. Bu sefer ki daha da kötüydü sanki. Öksürdükçe boğazı yanıyor, göğsünde ki ağrılar dayanılmaz hale geliyordu. Güç bela kalktığı yerinde kısa bir süre oturarak sakinleşmeye çalıştıysada bu fayda etmedi. Her öksürükte ciğerlerinin yerinden söküldüğünü hissediyordu. Öksürdü, öksürdü Zerrin. Nefes alma çabalararı pek fayda etmiyordu. Masaya dokundu elleri,sandalyeleri devirdi. Yerdeki halı üzerinde sürünen bedeni halının toplanmasına yetti. Üzerindekileri yırtıp atmak istiyordu artık, sanki çırılçıplak kalsa daha bir rahatlayacaktı. Ya böyle sürünecek yada ruhu özgür kalacaktı. Yoruldu Zerrin, kapıya doğru uzanmış kolunda son bir derman kalıncaya kadar ayağa kalkmak istedi, kalkamadı. Derinden gelen hırıltılı son nefesle nihayet Zerrin'in ruhu bedeninden çıkıp gidiyordu.

     Güneşle uyanan şehrin sokakları, işlerine yetişmeye çalışan insanlarla doluydu. Naci Bey de bu koşuşturma içinde yerini almış Zerrinağme'ye doğru gidiyordu. Ali İhsan da Zerrin'e süpriz yapmak için daha önceden anlaştığı bir matbaadan, basılan düğün davetiyelerini almak için yola çıkmıştı. Naci Bey kafeyi açtığında içeri bir yığın müşteri akın etmişti. Naci Bey bir yandan söyleniyor bir yandan da siparişleri almak için masa masa koşturuyordu. ''Ah!..ah! siz bi gelin bakalım, gelinde görün bu yaşlı adamı kafede yalnız bırakmak neymiş. Bi gelin kulaklarınızı çekicem sizin''

     Ancak öğlene doğru kafeye gelen Ali İhsan içeride Zerrin'i göremeyince ani bir dönüş yaparak koşmaya başladı. Naci Bey anlamıştı bir terslik olduğunu ama bu müşteri yoğunluğunda Ali İhsan'ın arkasından gidemezdi.

     Ali İhsan eve geldiğinde yumrukları sanki kapıyı delecekti. Arada kulağını kapıya dayıyor Zerrin'den gelen bir ses duyma umuduyla nefes bile almadan bekliyordu. Geri geri gidip kapıya yüklendiğinde Zerrin'in cansız bedeni karşıladı onu.

Kollarına aldığı Zerrin'i bir kaç kere sarstı, sarstı... Kuş gibi hafiflemiş bedenini kucaklayarak merdivenlerden indi. Cebinde ki düğün davetiyelerinin bir kısmı basamaklara saçılıyor, bir kısmıda yolda ki çamur birikintilerinin kirli renkleriyle damgalanıyordu.

Bunaklar kahvesi ahalisi de çoktan yoldan geçen bir taksiyi durdurmuşlardı bile. Taksicinin ''atla, abi!'' sesine arabanın gazlama sesi karıştı.

     Hastaneye geldiklerinde hastane personelinin alışık olduğu acı bir fren sesiyle sedye yerini bulmuştu çoktan. Acil odasına alınan Zerrin için yapılacak hiçbirşey yoktu artık. O ruhunu teslim edeli çok olmuştu. Onu muayene eden doktorlar arasında Dr. Tuncer de vardı ve Tuncer ilk aşkının yüzünü son kez görüyordu.

Yapılan otopsi sonucunda raporlara ölüm nedeni olarak ''Zatürreye bağlı solunum yetmezliği'' yazıldı.

     Zerrin'i son yolculuğuna uğurlamaya gelenler arasında her zaman ki gibi bunaklar kahvesi ahalisi, Ömer, Rafi ve elbette Naci Bey ve Ali İhsan'da vardı. Zerrin'in üzerine kürek kürek atılan topraklar nihayet tükenirken küçük gömütün başında yalnız Ali İhsan ve Naci Bey kaldı. İkiside bu zamansız ayrılığın dayanılmaz acısıyla yaşayan bir ölüden farksız, taze mezarın tümsek yapan toprağını avuçluyorlardı. Ah bir çıkabilseydi Zerrin içinden... Ah bir yeniden gülebilseydi onlara...

     Zerrin'in vefatından iki hafta geçmesine rağmen Zerrinağme'yi halen açmamışlardı. Kendini biraz olsun toparlayan Naci Bey, Ali İhsanı evinde saç sakal birbirine karışmış bir vaziyette buldu. Niyeti uzun uzun konuşmaktı elbet ama bu iki acılı beden yan yana geldiklerinde ağızlarından bir tek kelime dahi dökülmedi. Anca zaman zaman sırasını bekleyen gözyaşları, sırası geldiğinde yanaklarından süzülüyordu.

Ali İhsan, Naci Bey'in neden geldiğini azda olsa anlamıştı. Zerrinağme, Zerrin'in onlara emanetiydi ve emanete sahip çıkmak için henüz çok geç değildi. Ama Ali İhsan Zerrin'siz o kafeye yeniden nasıl gidebilecekti, işte onu bilmiyordu.

     Ertesi gün Zerrinağmeyi açan Naci Bey tezgahın arka tarafına geçmiş yeni aldığı kahvaltılıkları soğutucuya dizmekle meşguldü. Kapının açılmasıyla içeri giren bir kaç müşterinin arkasında biri daha vardı ki, o Ali İhsan'dan başkası değildi.

     Mevsimin bahara döndüğü günler gelmişti nihayet. Akşam üzeri oldu mu, güneşin batışına eşlik eden kırlangıç sesleriyle yankılanıyordu sokaklar. Gecenin ılık ikliminde yine Rafi ve Ömer her zaman ki saatte yürüyüşe çıkıyorlardı. Her yürüyüşün sonunda Ömerin gözleri Zerrin'in penceresine takılır ve sanki hala Zerrin ordaymış gibi gülümseyerek pencereye doğru el sallardı.

Yine bir gün Ömer tam kolunu kaldırıp el sallayacağı sırada pencereden bakan saçları ağarmış bir adamın sokağı gözleriyle taradığını gördü.

Bu adam onbeş yıl önce ailesini sessiz sedasız terkeden Orhan Bey'den başkası değildi. Zerrin'in babası Orhan Bey!...

     Bunaklar kahvesi ahalisi, o yıllarda Orhan'ın gidişiyle ilgili hiçbir şey bilmedikleri için yorum yapamamışlardı ve şimdi de dönüşüyle ilgili bir yorum yapamıyorlardı.



                                                                            BİTTİ

                                                                          newbahar

16 Haziran 2010 Çarşamba

YAĞMURDAN ISLAK (9.BÖLÜM)

     Zerrin, hiç bu kadar romantik bir evlenme teklifi beklemiyordu. Uzun zamandır beklediği bu teklife Ali İhsanı daha fazla bekletmeden ''evet'' dedi.


     Kafede düzenleme çalışmaları son hız gidiyordu. Zerrin perdelere uyan eflatun bahar çiçekleri çizmişti duvarlara. Evden getirdiği kaneviçe örtülerde masalara ayrı bir hava vermişti. Masalara üzerlerinde ki kanaviçelerin rengine uygun mumlar koymuşlardı. Şehirdeki çoğu kafeden farklı ve sımsıcak bir havası olmuştu bu yeni mekanın.

Naci Bey de dışarda koşuşturmakla meşguldü. Yoruluyordu elbet ama bu tatlı telaş onu dinlendirmeye yetiyordu. Kafeye döndüğünde işlerin epey ilerlemiş olduğunu görüp sevindi.

''Eeee! çocuklar... Biz çok önemli bişey unuttuk. ''

Zerrin ve Ali İhsan birbirlerine bakarak ikisi bir ağızdan ''ne unuttuk'' dediler.

''Biz, kafenin adını koymayı unuttuk be çocuklar''

Hakikatende kafenin adını hiç düşünmemişlerdi. Oysa en önemli şey kafenin ismiydi. Bir masa etrafında toplanıp düşünmeye başladılar. İlk Zerrin atıldı ''Eflatun Kafe nasıl?'' dedi.

Güzel fikirdi ama şehirde zaten eflatun adında bir bar vardı. Barla karıştırılacağını düşünen Naci Bey itiraz etti. Naci Bey'in aklına daha güzel bir isim gelmişti. Hemen fikrini söyledi ''Kafe Kızılgonca'' Naci Beyinde, Zerrinin de en sevdiği parçaydı. Ama Ali İhsan itiraz etti bu sefer. ''Peki, sen bul o zaman'' dedi Zerrin. Sen ne bulursan kabul.

''Zerrinağme'' dedi Ali İhsan. ''Kafe Zerrinağme''...

Ali İhsan güzel bir jest yapmıştı nişanlısına böylece. Bu isim hepsinin içine sinmişti nihayet.

     Aradan geçen bir hafta çok yoğun çalışmışlar ve nihayetinde hafta sonu için kafeye açmaya karar vermişlerdi. Açılışa bunaklar kahvesi ahalisi, Ömer, Ali İhsanın birkaç dostu ve emlakçının ahbapları davetliydi. Zerrin de hastanede kaldığı süre içinde birkaç hemşire ve hasta bakıcı ile samimi olmuş ve önce onlarıda kafeye davet etmeyi düşündüyse de sonra Tuncer'in de kulağına gideceğini hesap ederek vazgeçmişti. Oyüzden Ömerden başka kimseyi çağırmadı.

     Nihayet açılış günü gelip çattı. Tüm davetliler Zerrinağme de kendilerine yer bulmuş keyifle yiyip içiyorlardı. Açılış konuşması olarak Naci Bey kısa bir konuşma yaptı. Alkışlar ve tebrikler arasında, bol kahkahalı bir gün oldu.

Zerrin yorgunluktan bezgin bir halde yatağa zor attı kendini. Pazartesi onları yoğun bir iş günü bekliyordu. Gözlerini tavana bakıp bir yandan Ali İhsanı, bir yandan da Zerrinağme'yi düşünüyordu. Aniden doğrulup komidinin üzerinde duran annesinin resmini eline aldı.

''Annecim, görüyorsun beni biliyorum. Yine biliyorum ki hep yanımdaydın. Yalnızlığımda sadece sen ve büyükannem vardı yanımda. Ama bak artık yalnız değilim. Ama sen yine hep yanımda kal olur mu anneeeemmm''

     Ağlıyordu Zerrin, gökyüzü ağlıyordu, şehrin sokakları ağlıyordu. Uzunca süren hıçkırıklar Zerrin in uykuya dalmasıyla son buldu. Gözlerini açacak kadar dermanı olmayan Zerrin'i bu aralar sık sık rahatsız eden öksürük nöbeti uykudan uyandırdı. Kalkıp lavaboya gitti, elini yüzünü yıkadı. Şimdilik hafif yükselmiş ateşini bir ateş düşürücüyle düzeltmeye çalıştı. Bu öksürük artık git gide şiddetini artırıyor ve Zerrini geceleri rahatsız ediyordu. Bir cezvede ılıştırdığı suya bir kaşık bal karıştırarak içti Zerrin. Anca bir kaç saat sonra kesilen öksürükten sonra uykuya dalabildi nihayet.

     Sabah uyandığında pazar sessizliği hakimdi sokaklarda. Saate baktı daha sekiz buçuktu. Gece uyumamasına rağmen yine de erken kalkmıştı. Sobanın yanında önceden hazırladığı odunlar diziliydi. Çıra ile onları tutuşturdu önce, sonra mutfağa gidip çay için su koydu ocağa.

Ali İhsanı düşündü sobanın başında ellerini ısıtırken. Abisinin yanında sadece depo bekçiliği yapan bu genç nasılda hayatına bu kadar çabuk girivermişti. Ya Naci Bey! Onun hakkını nasıl öderdi. Ömrünün sonuna kadar ona minnettardı ama bu yetmezdi elbet. Hem Ali İhsana hem Zerrin'e kucak açmış, ikisininde babası olmuştu.

Kahvaltıyı yalnız yapmak canını sıkmıştı. Ali İhsan ve Ömer daha uyanmamıştır henüz diye geçirdi içinden. Naci Bey se erken kalmıştır ama onunda evi hayli uzaktı Zerrin'e. Keyifsiz yaptığı kahvaltının ardından yine Zerrin yatağına döndü. Ciğerlerini yırtarcasına gelen öksürük bu kez göğsünü ağrıtıyordu. Yorganını başına kadar çekti Zerrin. Yoganın üzerinden bakıldığında altında ki narin beden her öksürük sesinde yerinden zıplıyordu.

Bütün günü öksürükle boğuşarak geçirdi. Zaman zaman yükselen ateşi ara ara sayıklamalarına neden oluyor, kah annesiyle konuşuyor, kah Zeynel'e yalvarıyordu. Arada geldiğini sandığı DR. Tuncer'e de hep aynı soruyu soruyordu. ''neden? neden çok sevmedin beni''

Uzun bir günün ve gecenin ardından Zerrin'in kapısını çalan olmadı.

Sabah Zerrinağme'ye geldiğinde Ali İhsan ve Naci Bey onu bekliyordu. Bir kaç masa kahvaltı yapmaya gelen çiftlerle dolmuştu bile. Gülümseyerek ''Günaydın'' diye seslendi.

Yüzünde ki zoraki gülümsemeyi farkeden olmamıştı. Şimdi hasta olamazdı, olmamalıydı. Zerrinağme'nin müşteriyle dolmasının ve para kazanmanın keyfini sürmek istiyordu. Ali İhsan Zerrin'in ellerini tutarak onu Naci Beyin yanına götürdü. Naci Bey çocuklarına gururla bakıyordu. Ömrünün son demlerinde Zerrin ona Allah tarafından gönderilen en güzel armağandı. Onların mutluluklarına şahit olan bu yaşlı gözler zaman zaman duygulanıyor ve bir kaç damlanın akmasına engel olamıyordu .

Zerrinağme çok çabuk duyulmuştu şehirde. Bunda en büyük pay Bunaklar Kahvesi ahalisindeydi elbet. İkinci sırada Ömerin üniversitede olması geliyordu.

     Kapıdan gürültülü bir halde gelen üniversiteli gençlerden biride Ömer di. Ömer sınıf arkadaşlarınıda toplamış öğle arası bişeyler atıştırmak için onları özellikle buraya getirmişti. Zerrin gelen bu genç gurubun şen seslerinden memnundu. Onlara pencere kenarında ki masayı göstererek siparişlerini aldı. Büyük bir keyifle ve iştahla karınlarını doyurduktan sonra ertesi gün yine aynı yer ve saatte buluşmak için sözleşerek her biri ayrı ayrı istikametlere dağıldı.

Kafe ilk günlerini yaşasada gelen çok olmuştu. Kış olduğu için akşam saat yirmiiki gibi kafeyi kapatıp çıktılar. Naci Bey de çok yorulmuştu. Gün boyu ayakta koşuşturmak gençlerin harcıydı. Ayakları artık bu tonton bedeni ve yaşlı ihtiyarı rahat taşıyamıyordu eskisi gibi. Zaten havanın soğuk olması nedeniyle romatizma ağrılarıda artmıştı. Bu yaşlı adam evine doğru ilerlerken, Zerrin ve Ali İhsanda elele Zerrin'in evine doğru gidiyorlardı. Zerrinin de pek hali yoktu yürümek için ama sevdiği adamla elele yürümek üşümeye değerdi diye düşünüyordu. Hem halsiz olsa bile Ali İhsanın koluna girerek ondan destek alıyordu.

Eve geldiklerinde Ali İhsan içeri girmeden geri bodruma indi. Bodrumun nemsi kokusu Ali İhsanı rahatsız etmişti ve o yüzden acelece kollarına sıraladığı odunları alarak koşar adımlarla yukarı çıktı. O sobayı yakmaya çalışırken Zerrin de yemek için bişeyler hazırlıyordu. Sobanın içinde ki odunlar yanmaya başlayıp kendi ezgilerini tutturunca Ali İhsan mutfağa Zerrin'in yanına geçti. ''Bırak salatayı ben yapayım'' dedi. Özenle birbirinden ayırdığı marulları suda bir güzel yıkarken suyun buzgibi oluşundan da şikayet ediyordu. ''Baksana'' dedi Zerrin'e, ''Bu daha ne kadar sürecek, daha evlenmek için çok bekleyecek miyiz''

Zerrin gülerek Ali İhsanın yanına geldi. '' Ne var ki halimizde, bak zaten evli gibiyiz. İstersen geceleride burda kalabilirsin'' dedi.

''Yooo! bizim kitabımızda öylesi yoktur'' dedi. Zerrin in lafını ciddiye almıştı. Zerrin de daha fazla uzatmayı düşünmedi ve ''sen ne zaman istersen'' dedi

     Ali İhsan Zerrini kolarına alıp kucakladı. Artık herşey yoluna girmişti. Mevsimin bahara döndüğü gibi bahar nihayet onlarıda kucaklıyordu. Yemek boyunca kafede yapacakları sade bir düğün töreninden bahsettiler. Fazla kalabalık olsun istemiyordu ikiside. Nikah memurunuda kafeye çağıracaklar ve evliliklerinin resmileştiğini gösteren evlilik cüzdanını orda alacaklardı. Düğün için gelecek cumartesiyi uygun buldular.

Ali İhsan evden ayrılırken Zerrinin alev alev yanaklarını farketti. ''Zerrin...Sen hasta mısın?''

''Önemli bişey değil '' dedi Zerrin, ''Birkaç gündür böyle akşamları hafif ateşleniyorum ama iyiyim, sonra geçiyor. Sanırım bu kafe işleri beni çok yordu.'' dedi

     Sonrasında Ali İhsan kalmak için ne kadar ısrar ettiyse de Zerrin buna izin vermedi. Gece ki öksürüklerini de duysa daha çok telaşlanacak ve Zerrini zorla doktora götürecekti. Tam şimdi kafenin dolup taştığı sırada bu olacak iş değildi. Tüm işlerle Naci Bey yalnız başına başedemezdi. Tüm bunları düşünürken Ali İhsanı gitmeye ikna etmiş ve arkasından el sallıyordu. Kapıyı kapatıp pencereye doğru yöneldi. Perdeyi aralayıp Ali İhsanın yağmur altında koşuşturmasını seyretti. Ali İhsan köşeyi dönerken Rafi ve Ömerde eve doğru geliyorlardı. Zerrin elini kaldırıp Ömeri selamladıktan sonra perdeyi kapatıp içeri yöneldi.

                                                    .../...

15 Haziran 2010 Salı

YAĞMURDAN ISLAK (8.BÖLÜM)

     Nihayetinde Ali İhsan'ın ve Zerrin'in hayatında yeni bir sayfa açılıyordu. Onlar için gelecek sevgi ve umut doluydu artık. Zerrin'de ki geçmişin kanayan yaraları artık kapanıyordu.


     Zerrin'i eve bırakan Ali İhsan bukez şen adımlarla döndü depoya. Gelecek günlerin hayaline dalarak yürüdüğü yollar çarçabuk tükeniverdi. Zaman neyi gösterir bilinmezdi ama eğer Zerrin'le bir yuva kuracaksa bu depo bekçiliğinden daha da getirisi çok olan bir işe girmesi gerekecekti. Bu devirde ev geçindirmek elbet çok zordu ve Ali İhsan ikisi içinde en iyi olanı istiyordu.

     Zerrin eve döndüğünde yine saate takıldı gözleri. Saat çoktan uyuması gerektiğini fısıldıyordu ama Zerrin, heyecandan uyuyabileceğini sanmıyordu. İçerisinin soğuğuna aldırmadan pencereye yöneldi. Sokak lambalarının aydınlattığı parlak kaldırımlarda sadece yalnızlık hakimdi. Zerrin, ertesi günün yeni bir başlangıç olacağı umuduyla yatağına girdi.

     Sabah üzerini çarçabuk giyinerek acelece çıktı evden. Bu sabah soğuğunun sonrası kardı sanki. El işaretiyle durdurduğu minibüs her zaman ki gibi tıklım tıklımdı.

Emlakçıya varmadan önce köşede ki fırından sıcak açmalarla bir kaç simit ve peynir aldı Zerrin. Emlakçı dükkanından içeri girdiğinde sıcak bir hava akımı okşadı tenini. Naci Bey sobayı yakmış çayıda hazır etmişti. ''Günaydın Naci Amca'' derken Zerrin'in sesinde ki mutluluğu Naci Bey hemen farketmişti. ''Bugün seni çok iyi gördüm Zerrin Kızım'' dedi Naci Bey. Gecen nasıl geçti diye sordu akabinde.

''Süperdi'' dedi Zerrin. ''Biliyor musun Naci Amca, biz Ali İhsanla çıkıyoruz artık. Bütün gece onunlaydım ve el ele yürüdük''

''Ali İhsan efendi çocuk'' dedi emlakçı. ''Sizin için en güzeli olsun kızım, dilerim mutlu bir yuva kurarsınız bende senin nikah şahidin olurum. Sonra torunumu kucağıma verirsiniz. O zaman değmeyin keyfime. Bu ihtiyar için bundan başka mutluluk olabilir mi''

''Naci Amcaaa!'' dedi Zerrin utangaç bir ifadeyle ''daha dur bakalım hemen evlendirip birde çocuk doğurttun bana''

Emlakçının kahkahaları dışarı kadar duyuldu. İkiside kahvaltı masasında muhabbetle çaylarını yudumladılar.

Akşama doğru gelen bir kaç öğrenci kiralık evlerden birini tuttu. Sonrasında gelen bir iki kişide ertesi gün evleri görmek için sözleşip ayrıldılar. ''Sanırım işler açılıyor Zerrin!'' dedi emlakçı.

Dükkanı kilitleyip yine ayrı istikametlere yola koyuldular. Zerrin markete uğrayıp ev için alışveriş yaptı, akşama okumak için birkaç gazete aldı. Belki Ali İhsan da gelir umuduyla çerez ve içecek bişeyler.

     Kurduğu sofraya şöyle bi baktı Zerrin. Mükemmel bir sofra olmuştu. Ali İhsan'ın geleceğinden çokta emin değildi aslında ama masanın boş kalmayacağına garanti gözüyle bakıyordu. Ali İhsan gelemezse Ömeri çağıracaktı. Artık yalnızlığa tahammülü yoktu. Belki de o yüzden Ali İhsanın bir an önce evlenme teklif etmesini istiyordu. Bu düşüncelerle oyalanırken kapı çaldı. Koşarak ve heyecanla açtı kapıyı Zerrin. Elbette ki beklediğiydi gelen. Beklediği ve hatta özlediği...

Ali İhsan ellerinde güllerle gelmişti. Biliyordu Zerrin en çok gülleri ve papatyaları severdi. Ama mevsimi değildi papatyaların o yüzden gül almayı tercih etmişti. Özenle aldı gülleri Zerrin ve suyla doldurduğu vazoya koydu.

Ali İhsan nasıl iple çekmişti bu anı, akşamı zor etmişti. Zerrin bunları duydukça daha çok mutlu oluyor ve daha çok bağlanıyordu Ali İhsana. Hatta Ali İhsan yeni bir iş aradığınıda söyledi. Neyazık ki bu pek kolay olmayacaktı. Bütün gece iş imkanlarından ve yapabileceklerinden konuştular. Belki biraz sermaye olsaydı ellerinde kendilerine ait bir iş yeri açabilirlerdi. Zerrin bu hususta dairelerden birini satmayı teklif ettiyse de Ali İhsan buna razı gelmedi. İşyerinin yarın ne getireceği belli değildi ama hiç olmazsa kiraların aydan aya gelen düzenli bir getirisi vardı.

Güzel geçen bir akşamın ardından yarın görüşmek üzere evden ayrıldı Ali İhsan. Zerrin bu işyeri açma konusunu kafasına takmıştı. Kendiside fazla bir ücret almıyordu zaten. Hem Naci Amcayada yük olmuştu. Naci Bey'in yanında elemana ihtiyacı yoktu. Kazandığı üçbeş kuruşu da Zerrin'e veriyordu. ''Yok, yok'' dedi kendi kendine. ''Birde Naci Amcaya danışayım bakalım o ne diyecek!''

     Ertesi gün Naci Bey'e yeni bir iş kurma hayalinden bahsetti. Naci Beyinde aklına yatmıştı bu fikir aslında. Hatta dükkanı kapatıp üç ortak yeni bir yer açabilirlerdi. Hem yer aramalarına gerek yoktu. Emlakçı dükkanı Naci Bey'e aitti nasıl olsa. Sadece içini yeniden dekore ederler ve hatta küçük bir kafe açabilirlerdi. Bunu uzun uzun kendi aralarında konuştular. İkisininde mantığına yatan bu fikire bakalım Ali İhsan ne diyecekti.

Zerrin işten çıkmadan önce geldi Ali İhsan emlakçıya. Zerrin ısrarla içeri soktu Ali İhsanı. Bir yandan Naci Bey, bir yandan Zerrin heyecanla kafe açma işini Ali İhsanın beynine sokmaya çalışıyorlardı. Ve nihayetinde Ali İhsan ''tamam'' dedi.

Vakit kaybetmeden hafta sonu emlakçıyı kafe haline getirmeye başlayacaklardı. Maliye ile ilgili bütün işlemleri emlakçı yapacaktı. Kafeye konulacak masa ve sandalyeler ikinci el pazarından alınacak ve boya işlerini kendileri yapacaklardı. Gerekli diğer malzemeler kah evden kah sağdan soldan temin edilecekti.

     Hafta sonu şehir kara teslim oldu. Öğlene doğru sıkı sıkı giyinerek evden çıkan Zerrin'i kapıda Ali İhsan bekliyordu. Elele tutuşarak kafe için gerekli malzemeleri nerden alacaklarını araştırmaya başladılar. Cadde üzerinde ki ikinci el piyasası daha pahalıydı. Çünkü bu dükkanların sattıkları mallar bile kira giderlerini karşılamaya güç yetiyordu. O yüzden arka sokaklarda ki dükkanlara bakmaya karar verdiler. Kapısının önünde karların kapladığı birkaç komidin ve divanların olduğu bu dükkan dışardan çok cazip gelmesede içeri girip bakmakta fayda vardı elbet. İçerde onları yaşlıca bir ihtiyar karşıladı. Aradıkları şeylerden bahsederken bir yandan da gözleriyle etrafı tarıyorlardı. Dükkan sahibi bir kaç sokak ötede kapanacak bir lokantanın eşyalarını yarın getireceğini söyleyince ısrarla o lokantaya gidip bakma hususunda da adamı ikna ettiler.

     Yaşlı adam yanlarında olduğu halde buzlara dikkat ederek kapanacak olan lokantanın önüne geldiler. Bu lokanta temiz bir işyeri gibi görünsede arka sokakta olmanın dezavantajıyla altı ay içinde batmıştı. İşyeri sahibi müşteri gelmediğinden yakınıyordu. İnsanlar artık ayak üstü atıştırmalara bile zor vakit ayırıyorlardı, kaldı ki yemeğe ayrılacak bir kaç saatin bile değeri çok fazlaydı günümüzde. ''Masa ve sandalyeler yepyeni'' diye devam etti lokantacı. İsterlerse çayocağını da alabilirlerdi. Perdeleri de lokantacının karısı kendi elleriyle dikmişti. Ölçülerini onların kafe için değiştirebileceklerini de söyleyince lazım olan tüm malzemeleri pazarlık yapmadan almaya karar verdiler. Zaten adam iflas etmiş ve fazlaca zarara uğramıştı. Ali İhsan miktarı biraz düşürmek için ağzını açtıysa da Zerrin'in yumuşak kalbi bu pazarlık konusunu kapattırdı.

     Ertesi günün pazar oluşu çok iyiydi onlar için. Ali İhsan çoktan küçük bir kamyonet tutup lokantadan eşyaları alıp kafeye getirmişti bile. Zerrin Kafeye geldiğinde bütün masa ve sandalyeleri elleriyle okşadı ve gülümseyerek bir tanesine oturdu.

''Bakar mısınız garson bey'' dedi Ali İhsan'a

''Buyrun efendim!...Hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz...Arzunuz?'' diye cevap verdi Ali İhsan

''Bir fincan kappiçinooo... hemen!''

''Hay hayyy! dedi Ali İhsan ve elinde boş bir fincanla geri döndü.

Zerrin fincanı alıp dudağına götüreceği sırada dudaklarına değen parlak taşlı yüzüğü ağzına almadan son anda farketti.

Zerrin'in ellerini avuçlarının içine alan Ali İhsan bu yağmurla gelen sevgiliye elindeki alyansı parmağına takarken soruyordu...

''Zerrin...Benimle evlenir misin?''

.../...

YAĞMURDAN ISLAK (7.BÖLÜM)

     Sabah sabah mutfaktan gelen şarkı mırıltıları uyandırdı Zerrin'i. Naci Bey bir yandan kahvaltı hazırlıyor bir yandan da en sevdiği Türk Sanat Müziği eseri olan Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağını mırıldanıyordu.


''Bir kızıl goncaya benzer dudağın

Açılan tek gülüsün sen bu bağın

Kurulu kalplere sevda otağın

Kimbilir hangi gönüldür durağın''

Zerrin bu şarkıyı eskilerden hatırlıyordu. Annesi ne vakit dikiş makinasında Zerrin için bişeyler dikmeye başlasa muhakkak bu şarkıyı söyler, Zerrin'de yeni giysisinin heyecanı içinde annesine eşlik ederdi.

''Her gören göğsüme taksam seni der

Kimi ateş, kimi yaktın beni der

Kimi billur bakışından söz eder

Kimbilir hangi gönüldür durağın''

     Şarkının ikinci kıtası Zerrin'in dilinden dökülürken Naci Bey şarkıya eşlik edercesine salına salına Zerrin'in yanına geldi. ''Günaydııın Zerrin Hanım'' dedi neşeli bir ses tonuyla. Zerrin nihayet günlerden sonra içten bir gülümsemeyle Naci Bey'e karşılık verdi ''Günaydın Naci Amca''

     Mutfaktan gelen cızırtı seslerine karışık yanık kokularıyla kendine gelen Naci Bey ''Eyvah! Sucukları Yaktık Zerrin'' diyerek mutfağa koştu. Zerrin bu sabah gayet iyi görünüyordu. Hafif yanmış sucuklarla ziyafete dönen kahvaltı sofrasına sımsıcak muhabbet eşlik ediyordu o sabah. Kahvaltı sona erdiğinde Naci Beyle Zerrin birlikte toparladılar masayı. Ne kadar bulaşıkları Zerrin yıkamak istediysede Naci Bey buna izin vermedi. İkisinin bulaşık tartışması arasında kapı bir kaç defa çalındı.

Zerrin kapıyı açtığında karşısında elllerinde çiçekler olduğu halde bunaklar kahvehanesi ahalisinden beş, altı ihtiyarı ve Ömeri buldu.

      İhtiyarların şehrin ayaklı gazeteleri olduğunu düşünen Zerrin kendisinin hasta olduğu haberini nerden duyduklarını sormadı. Biliyordu ki onlar şehirde olup biteni en çabuk duyan ve duyuran ihtiyarlardı. Bir yandan çiçekleri alırken bir yandanda ihtiyarlara oturmaları için yer gösterdi. İhtiyarlar hep bir ağızdan geçmiş olsun derken, aralarından biri ayrıyetten ''başın sağolsun kızım'' dedi. Bu densiz ihtiyarın ani çıkışı diğerleri tarafından öfkeyle karşılansada iş işten geçmişti artık. Kısa suskunluğu Zerrin'in çığlıkları bozmuştu bile. Zerrin ağabenyinin ortadan kaybolmasına çoktan alışmıştı. Zaten Zeynel ona gerektiği gibi abilik yapmamıştı ama Zerrin bir abisi olduğu için kendini şanslı sayıyordu. Bir gün döneceği ümidiyle beklediği ağabeyinin hiçbir zaman dönmeyecek olması Zerrin'e yeniden ölüm acısını yaşatıyordu. Bu havayı bozan acı haberin ardından ihtiyarlar müsade isteyip evden ayrıldı.

     Ayrı bir köşede Zerrini teselli etmeye çalışan emlakçının ve Ömerin teselli sözleri kar etmiyordu. Zerrin hayatı boyunca sevdiklerini kaybetmiş, tutunacak tek dalı olduğunu düşündüğü ağabeyinide yitirmişti. Artık hayat değil, yaşamak anlamsız geliyordu Zerrin'e.

Haberin tazeliğiyle böyle düşünüyordu Zerrin. Zamanla nasıl diğer yitirdiklerine alıştıysa güçlü kalbi, Zeynel'in yokluğuna da alışacaktı elbet.

     Zerrin'in eve dönüşünden bir kaç gün sonra Naci Bey evden ayrıldı. Zerrin artık eski hayatına geri dönmüştü. Ne aklında Dr. Tuncer vardı nede ağabeyi. Yine eskisi gibi emlakçı dükkanına gidiyor, dönüşte bunaklar kahvehanesi ahalisiyle laf yarıştırıyor ve akşam dokuz buçuk olduğu vakit dışarı çıkıp ağaçları sulayan Rafi ve çakırkeyf Ömer'i izliyordu. Bazı günler oluyordu ki Zerrin de onlara katılıyor birlikte havanın soğuğuna aldırmadan sokaklarda geziyorlardı. Yine birgün bu sokak turlarından birinde karşılarına Ali İhsan çıktı.

     ''Aliİhsan aşkolsun sana. Nerelerdesin? İnsan bi merak edip gelmez mi beni ziyarete'' diye gülerek sordu Zerrin. Ali İhsan çoğu gün ve gecelerde Zerrin'i düşünmüş ama bir türlü cesaretini toplayıp onu görmeye gitmemişti. Gitseydi, gidebilseydi eğer duygularını daha fazla zaptedemeyecek Zerrine aşkını itiraf edecekti. Zerrin'de geçen günler içinde Ali İhsanı merak etmişti. Hastaneden çıktığı gün onun sessiz sedasız gitmesinin sebebini bilsede, bir kere olsun ziyaretine gelmesini ummuştu. İkiside Ali İhsan'ın duygularını biliyor fakat birbirlerine bu konu hakkında hiçbirşey söylemiyorlardı. Bu onlar için bir oyun gibi olmuştu. ''Senin bildiğini bende bilirim oyunu''

     Ali İhsan, bu zamansız karşılaşmadan memnunda fakat Ömer için bu pek keyif kaçırıcı olmuştu. Zerrinle abla kardeş gibi gezerlerken bu adamda nerden çıkmıştı! Ömer bunları düşünürken bir yandanda onların ayaküstü muhabbetine kulak kabartıyordu.

Ali İhsan uğramayışının sebebini depoda yalnız olmasına bağlayarak geçiştirdi. Konu depodan açılınca Zerrin Ali İhsanın hiç beklemediği soruyu sordu. ''Zeynel'den haberin vardı değil mi Ali İhsan?''

Ali İhsan ne cevap vereceğini bilemedi. Ama daha önceden düşündüğü gibi ağabeyinin ölüm haberini Zerrin Zamanı geldiği gün öğrenmişti işte. ''Evet vardı Zerrin'' dedi Ali İhsan. ''Sen hasta olunca ben sana söyleyemedim.''

Zerrin kırılmamıştı Ali İhsana. Bir insanın iyi niyetinden kaynaklanmış bu gecikmeye kırılacak kadar katı kalbi yoktu Zerrin'in.

     Saat yirmiüçe yaklaşırken Ömer ertesi günkü okulunu bahane ederek yanlarından ayrıldı. Şimdi bu iki aşktan yaralı kalp yine yağmura eşlik eden bir gecede yolları adımlıyorlardı. Yağmurun Zerrine olan vefasız etkisi ikisininde umrunda değildi. Yağmur bir kez daha Zerrin'in siyah saçlarını okşadı, bir kez daha gece yağmurun koynuna daldı.

     Saatler geceyarısına değmek üzereydi artık. İkisininde zaman zaman kaçamak bakışlarında ki gözleri yakalanmış bir suçlu edasıyla ıslak kaldırımlara bakıyordu. Yağmur az önceki şiddetinin ardından ahmak ıslatan halini almıştı nihayet. Eve dönüş yolunda ilerlerken Ali İhsan cesaretini toplayıp nihayet Zerrin'in üşümüş ve ıslak ellerinden tutuyordu.

                                              .../...

14 Haziran 2010 Pazartesi

YAĞMURDAN ISLAK (6.BÖLÜM)

Kapının önünden geçen taksilerden birini durdurarak bindiler. Zerrin hala kendinde değildi. Yaşlı adamın göğsüne yaslanmış başı arabanın hızıyla öne düşüyordu. Uzun, siyah saçları yağmurun nemini hapsetmişti üzerinde.


Hastaneye geldiklerinde acil kapısının önünden hemen sedye getirdiler. Sedyenin hızından bir kez daha savruldu Zerrin' in saçları geriye. Bu sefer zaman Naci Bey için durmuştu sanki. Pişmanlıklar kemiriyordu içini. Pişmanlıklar, nedenler, niçinler ve keşkeler...

En çokta keşkelere yanıyordu Naci Bey. ''Keşke daha ilk başlarda, zorlada olsa onu hastaneye getirebilseydim''

Acilde gerekli müdahalelerin ardından Zerrin'i dinlenmesi için müşahide odasına aldılar. Yarı baygın yatan Zerrin anca geceye doğru kendine gelebildi. Gözlerini araladığında yaşlı bir çift göz ona şevkatle bakmaktaydı. Naci Beyin tombik ellerine sıkı sıkı yapıştı Zerrin. ''Hastanede miyim'' diye sordu.

Naci Bey'in ''evet'' cevabına karşılık bir damla yaş süzüldü gözünden. Zerrin'in saçlarını okşadı Naci Bey. ''Her şey düzelecek Zerrin, bak göreceksin. Hele sen bi iyileş!...''

O gece yanlarına rutin zamanlarda uğrayan nöbetçi hemşirelerin dışında hiç kimse gelmedi.

Zerrinin kalbinde elbet bi beklediği vardı. Her kapı açıldığında karşısında görmek istediği biri.

Zerrin bu hastane odasında kendine itiraf ediyordu artık, kalbine gömdüğünü sandığı aşkını.

Ertesi gün Naci Bey Zerrini hastane odasında hasta bakıcıya emanet ederek dışarı çıktı. Dükkanın kapısına ''birkaç gün yokum'' yazmak için. Emlakçı Dükkana geldiğinde endişeli bakan gözlerle Ali İhsan karşıladı onu. Durumu vaziyetinden daha bir acıklı duruma sokarak anlatan emlakçı Aliihsan'ın ısrarına dayanamayarak hastaneye onu gönderdi ve kendisi o gün dükkanda kaldı.

Ali İhsan yolları koşarak tüketiyordu. Kalbinde yeni yeni başlayan heyecan ve hiç tanımadığı duygularla koşuyordu hastanede yatan Zerrin'e. Pencereden dışarı dalmış olan siyah gözler de kapının açılmasıyla o yöne çevrildi. Ali İhsan biraz olsun yatışmış Zerrinin gözlerine bakarak ''geçmiş olsun'' dedi.

Zerrin Aliİhsan'ı gördüğüne memnun olmuştu. Tuttu ellerinden genç adamın ve Zeynel'i sordu. Zeynelin durumunu şimdi söyleyemezdi lakin ne kadar erken öğrenirse o kadar iyiydi belkide.

''Şimdilik bi haber yok. Eğer bi haber alırsam sana söylerim elbet'' dedi Aliihsan.

Zerrin'in tamamen iyileşmesi haylı zaman alacaktı. O yüzden doktoru onun daha bir hafta daha kalmasının kendisi için iyi olacağını söylesede hasta kız biran önce evine dönmek istiyordu. Nihayetinde Naci Bey'in ve Aliihsan'ın ısrarları bu kez Zerrin'e pes dedirtiyordu. Hasanede kaldıkları süre içinde emlakçı ve Ali İhsan dönüşümlü olarak Zerrine refakat ediyorlardı. Hastanenin bu iki kişilik odası kimi zaman doluyor, kimi zamanda Zerrinden başka yatan hasta olmuyordu. Zerrin uzun zamandır o odanın müdavimi olmuştu.

O günde odada Zerrin'den başka kalan hasta yoktu. Ali İhsan biten bir ilacın tedariği için dışarı çıkmıştı. Hava gündüz olmasına rağmen oldukça karanlıktı. Bu karanlık az sonra başlayacak yağmura gebeydi elbet.

Odanın kapısı açılırken içeriye giren doktor Tuncer'in ta kendisiydi. Tuncer elinde ki vizite notlarına bakıyor bir halde gülümseyerek hastaya soruyordu. ''Nasılsınız bugün bakalım''

Zerrin'in özlediği ve yıllar yılı hasretini çektiği adamdı o. Yıllardan beri kendine itirafının bile sakıncalı bulduğu yasak aşkıydı. İki genç göz göze geldiklerinde zaman yine durmaktaydı ne yazık ki.

''Zerrin'' dedi Dr. Tuncer...

''Sen! yıllar sonra... Hiç değişmemişsin''

''Sen değişmişsin'' dedi Zerrin doktora. ''Yıllar oldu değil mi görüşmeyeli. Kaç yıl? Okulunu saymazsak 6-7 yıl oldu sanırım.''

''yedi yıl'' diye karşılık verdi Tuncer.

Zerrin konuşacak birşeyler bulamıyordu artık. Laf olsun diye sordu ''Eşin ve çocuğun nasıl''

''Eşimi ve kızım Zerrin'i iki yıl önce trafik kazasında kaybettim''

Zerrin laf olsun diye sorduğu bu sorunun ardında hem pişmanlık duymuş hemde kendi ismini duyup çok şaşırmıştı. Demek Tuncer kızına onun adını vermişti ve demek oda hiç unutmamıştı onu.

''Üzüldüm, başın sağolsun'' dedi Zerrin.

Doktorun adı koridorlarda yankılandığında ikiside sadece gözleriyle vedalaştılar. Zerrin şimdi pencereden seyrine daldığı yağmur damlalarıyla yarışıyordu adeta.

O ilk karşılaşmadan sonra Zerrin başucunda ki vazoda yedi tane kırmızı gül buldu. Hemen hemen her sabah güllerle açtı gözlerini. Bu yedi gülün anlamı elbette hiç telafisi olmayan ayrılığın hikayesini yansıtıyordu.

Doktor Tuncer artık gündüzleri daha sık uğrar olmuştu Zerrin'in yanına. Hatta Naci Bey de bu hasta doktor ilişkisi dışında eski bir aşkın öyküsü olduğunu biliyordu artık. Zerrin bir baba bildiği Naci Bey'e herşeyi anlatmış ama ne yazık ki ona karşı karşılıksız sevgi duyguları besleyen Ali İhsan'a anlatamamıştı. Belkide günler sonra mantığını ön plana çıkararak yeni bir karar vermesi gerekecekti. Halen gönlünde kapanmayan yara olan Dr. Tuncer mi, yoksa zor günlerinde yanında olan Ali İhsan mı. Bunu elbet zaman gösterecekti.



Nihayet hastaneden çıkma vakti geldiği gün, bütün çıkış işlemlerine Aliihsan koşturdu. Naci Bey se Zerrin'in toparlanmasına yardım ediyordu. Solgun beden son kez hastane koridorlarını adımlarken karşısına Dr. Tuncer çıktı. Tuncer her zaman ki gülümseyen gözleriyle ''demek beni bırakıp gidiyorsun artık'' dedi. Zerrin bunda gülümseyecek bir şey bulamadı ve cevabı Tuncer'i derinden yaraladı.

''Yıllar önce sen beni bırakmıştın, belki sıra bendedir ha ne dersin''

Tuncer'in pişmanlıkla yanan kalbini Zerrin görebilseydi eğer bu cümleyi sarfedip Tuncer'i yeniden yaraladığı için bin pişman olabilirdi.

Zerrin ne kadar da iğneleyici konuşsada Dr. kendi kendine bunları hakettiğini düşünüyordu. Zerrin sonuna kadar haklıydı aslında. Geçmişe dönmenin imkanı olabilseydi eğer Zerrin'le evlenmiş ve hayatından kalıcı izler bırakarak ayrılan eşi ve kızını hiç tanımamış olacaktı.Aslında bilemiyordu geçmişe dönebilmeyi mi isterdi veya bugünü sil baştan yaşamayı mı...

Belkide bu günden sonra Zerrin'i hiç görmemek en mantıklısı olacaktı. Yoksa biri geçmişin acı izlerini her an yüzüne vuracak, diğeride her gün gözlerinin içine baktıkça bir değil bin kere pişmanlıktan ölecekti. İşte bu yüzden son kez vedalaşarak ayrıldılar.

Zerrin, Naci Bey ve Ali İhsan yanında olduğu halde geriye dönüp bakmadan çıktı hastane kapısından. Lakin yine gözyaşları söz dinlememiş dışarda yağan yağmurla yarışa girmişlerdi bile. Ali İhsan yavaş yavaş olayı kendi içinde çözümlemeye başlamıştı. Zerrinin gözlerinde gördüğü yalnızca bitmemiş bir aşkın gözyaşlarıydı. Sırf bu yüzden sevmek adına kalbinde hissettiği ne varsa sileceğine kendi kendine söz veriyordu o dakikalar.

Müsade isteyerek yanlarından ayrılan Ali İhsan kendini boş sokaklara saldı. Her defasında Zerrinle ıslandığı bu sokaklar yalnızlığına eşlik ediyordu artık. Sonrasında Ali İhsan yürüdü, yürüdü...

Hastane çıkışında bindikleri taksi tam apartmanın kapısı önünde durdu. Zerrin'in hastanede kalması nerdeyse onbeş gün olmuştu. Özlemişti bu eski döküntü evini, sokağını, bunaklar kahvesi ahalisini. Hatta Ömer'i ve Rafi'yi de.

Naci Beyin koluna girmiş bi halde merdivenleri yavaş yavaş çıktılar. Ev yine her zaman ki gibi soğuk ve kasvetli idi. Naci Bey, Zerrin'i dağınıklığı hiç bozulmamış yatağına usulca yatırdı.

Biraz dinlenmesi hususunda uyardıktan sonra sobayı yakmak için odun almaya bodruma indi.

Bodrumun kesif nem kokusu ve fare tıkırtıları içinde fazla kalmakk istemeyen Naci Bey koluna sıraladığı epey bi odunu alarak geri eve çıktı. Zerrin eve gelmenin huzuruyla, yeniden doğmuşcasına çoktan uykuya dalmıştı. Naci Bey, Zerrin'in her akşam baktığı pencere kenarına sandalyeyi çekip dışarıyı seyre koyuldu. İçerde yalnızca odunların yanarken çıkardığı tok seslerden başka bir ses yoktu artık. Bu sessizlik ya derin bir huzurun veya fırtına öncesi sessizliğin habercisiydi.



.../...

YAĞMURDAN ISLAK (5.BÖLÜM)

Kapı acele acele vurulmaktaydı. Mutfakta kahvaltı hazırlamakta olan Aliİhsan ellerini çarçabuk kurulayarak kapıyı açtı. Gelen Naci Bey den başkası değildi.


Naci Bey öğlene kadar Zerrini beklemiş, gelmeyincede merak edip eve bi uğramak istemişti. İçeri giren emlakçıyı Zerrin yatağından doğrulmaya çalışarak karşıladı. Ne kadar oturmak istediysede buna takati yetmedi. Hazır Hamdi beyi bulmuşken Ali İhsan müsade isteyip Zerrin'in yanından ayrıldı. Depo dün akşamdan beri sahipsizdi. Eğer patronlardan bi uğrayan olduysa muhakkak o da işten kovulacaktı. İçinden içinden dua ederek depoya doğru yol aldı.

Zerrin'e zorla birkaç lokma bişeyler yedirmeye çalışan Naci Beyin çabaları boşunaydı. Zerrin hem baygın baygın bakıyor, hemde hiçbişey yemiyordu. Yaşayan bir ölüden farksızdı adeta. Hasta kızın yeniden uyumasını fırsat bilen Naci Bey evin anahtarlarını da yanına alarak gerekli ilaçları temin etmek için eczaneye gitti. Zerrinin muhakkak bir doktora görünmesi gerekiyordu ama ne Naci Bey nede Ali İhsan onu doktora gitmeye ikna edememişlerdi birtürlü. Eczacının da yardımıyla gerekli ilaçları tedarik edip geri gelen Naci Bey Zerrini ayakta buldu. Zerrine neden ayakta olduğunu sorduğunda hiç beklemediği bir cevapla karşılaştı.

''Annem ve büyükanneme baktım. Büyükannemin ilaçlarıda bitmiş Naci Amca. Annem hiç olmazsa ağrı kesicileri almamız gerektiğini söylüyor.''

Naci Bey bu cevabı Zerrin'in ateşli olup sayıklamasına bağladı ve hiçbişey söylemedi. O gün, bütün gün kapalı olan emlakçıdan birkaç telefon sesi dışında hiçbir ses gelmedi. Bu küçük ve getirisi az dükkan ne kadar onları idare edebilirdi Naci Bey sık sık bu soruyu kendine sorar olmuştu.

Aldığı ilaçların sayesinde Zerrin kendini daha iyi hissetmiş ve ayaklanmıştı. Sık sık tekrarlanan öksürük nöbetlerinin haricinde görünüşte gayet sağlıklı görünüyordu artık.

Günlerin günleri kovaladığı, kışın ayaza çaldığı geceler ve sabahların ardından bu sakin şehirde hayat normal devam ediyordu. Zerrin her sabah ki gibi işe gidiyor, Ömer okula, Ali İhsan da depoyu bekliyordu. Müfide Teyze de kışı geçirmek için güneyde bir ile çok eski, yıllardan beri görmediği çocukluk arkadaşının yanına gitmişti. Diğer kiracı emekli müfettişinse varlığı yokluğu belli değildi. Ancak onu kira günü geldiğinde Zeynele ulaşamadığı için Zerrine uğradığında görmüştü.

Zerrin ağabeyinin ortadan kaybolmasıyla ilgili bir açıklama yapmadı müfettişe. Sadece kirayı almakla yetindi. Bunaklar kahvehanesinde o günlerde ağızdan ağıza tek bir haber dolaşmaktaydı. Yerel bir gazetenin ana başlığını oluşturan bu olay bir dere kenarında bulunan Zeynel ile ilgiliydi. Elbet ki Zerrin bunu daha sonra ki günlerde öğrenecekti.

Sade bir günün ardından yine evine gelmişti Zerrin. Gözucuyla saate bakarak bir yandanda üzerini çıkartıp potmantoya astı. Bir gün öncesinden fazlaca çıkardığı odunlarla sobayı yaktı ve sallanan sandalyesini sobanın yanına çekti. Çok yorgun ve bitkin hissediyordu kendini. Gelirken yağmura yakalanmış, inat edip dolmuşa binmemişti. Geçirdiği hastalığın ardından yine de dikkat etmiyordu kendine. Dinlenip biraz olsun kendine geldiğinde mutfağa bişeyler atıştırmak için gitti. Yine doğru dürüst alışveriş yapmadığı için pek bişey kalmamıştı dolapta. O yüzden ekmekarası peynir ve domatesle geçiştirdi akşam öğününü.

Perdeyi aralayıp dışarı seyre koyuldu bir süre. Ömerin ve Rafi'nin evden çıkması yakın dedi kendi kendine.

Saatin tik taklarına karışan gecenin ardından Zerrin yatağına uzanıp uykuya daldı.

Gece onun için pek huzurlu geçmemişti. Sık sık öksürük nöbetlerine uyanmış, arada fırlayan ateşini ateş düşürücü haplarla düzeltmeye çalışmıştı. Anca sabaha karşı biraz rahatladıysa daha sonrasında uyku tutmadı.

Dolabından özensizce yerleştirdiği kazağını alıp sade bir kot pantolon çekip üzerine takatsiz bir şekilde dışarı saldı kendini. Islak kaldırımları adımlayan o değildi sanki. Yollar ilk defa bu kadar uzun bu kadar ağır geliyordu üstüne ve nihayetinde emlakçının kapısından içeri girdi. Naci Bey yere düşmek üzere olan Zerrini güç bela yakalayabilmişti.

''Zerrin...Zerrin kızım aç gözlerini'' derken Naci Beyin aklından ''Zerrin ölme'' diye geçiyordu.

Alışmıştı Naci Bey bu kimsesiz kıza. Onu doğduktan hemen sonra kaybettiği kızının yerine koymuştu. Ama daha önceleri niye arayıp Zerrini bulmamıştı. Annesinin vefatından sonra sahip çıksaydı eğer şimdi bu durumlarda olmayacaktı Zerrin. Bu yaşlı adam, bu pişmanlıkla ilk defa ağlıyordu yıllardan sonra.



.../...

13 Haziran 2010 Pazar

YAĞMURDAN ISLAK (4.BÖLÜM)

Bu sabah, çok şükür Naci Bey erken gelmişti. Cansız bir ifadeyle günaydın diyen Zerrrin kendi masasında ki yerine oturdu. Birkaç saat sonra gelen genç bi çifte uygun ev ayarlamak için dışarı çıkan emlakçının dükkana geri dönüşü yine akşam saatlerinde oldu. Emlakçının yokluğunda yine pek bi gelen olmamıştı. Aslına bakarsa Emlakçının burda Zerrin'e pek ihtiyacı yoktu. Yavaş yavaş anlıyordu ki bu ton ton ve yumuşak kalpli ihtiyar onu iyilik olsun diye almıştı işe. Ama bu durumu gurur yapıp işten ayrılamazdı. Hem bu eski ahbaba ne diyecekti, onun yaptığı bu iyiliğe ömrünce minnet duyacağınada kendi kendine söz vermemiş miydi!


Naci Beyin çıkışından yarım saat sonra kadar kapıdan Aliİhsan girdi. Zerrin onun geldiğini başta farketmemişti. Zira başını yasladığı masada derin düşüncelere dalmıştı. Aliihsan, Zerrinin omuzuna hafifçe dokundu. ''Zerrin ..! Hasta mısın?''

''Yok, hoşgeldin'' dedi Zerrin. ''otursana''

Aliihsan Zerrin'i görmediği günler içinde onu özlemişti. Eve gidip uğramayı düşünmüştü pek çok kez ama bu hareketi pek münasip gelmemişti ona.

Aliihsan Zeynel'in uzun zamandır ortada olmadığından bahsetti. Zerrinde kaldığı ertesi günden sonra bir daha onu hiç gören olmamıştı. En son Aliİhsana uğrayıp biraz borç para istemiş, akşama görüşürüz deyip yanından ayrılmıştı. O günden sonra kaç akşam beklediyse Aili ihsan Zeynel dönmemişti.

Zerrin Aliİhsanın anlattıklarını gözyaşları içinde dinliyordu. Demek tefeciler ağabeyinin izini bulmuşlar ve onu öldürmüşlerdi.

Şimdi ne yapardı Zerrin, kime giderdi. Çaresizliğinden başka hiçbişey gelmiyordu elinden. Aliİhsan Zerrin'i rahatlatmak için bir kaç çaba sarfettiysede bu pek işe yaramadı. Naci Beyin gelmesine yakın Zerrini yalnız bırakıp dükkandan çıktı Ali İhsan.

Zerrin, her zaman ki gibi Naci Beyle çıktı dükkandan. İlerki köşede onu bekleyen genç bir adam vardı ve bu Ali İhsandan başkası değildi. Yağmura aldırmadan yavaş yavaş eve doğru yolaldılar birlikte. Zerrin ağabeyinin yokoluşunu çabuk kabullenmişti zira ansızın ortadan kaybolan babasından sonra buda normal gelmişti ister istemez. Yalnızlığına ortak etmek istediği Ali İhsanı eve davet etti.

Eve vardıklarında ikiside iliklerine kadar ıslanmışlardı. Ali İhsan sobayı yakmak için gerekli talimatları Zerrinden aldıktan sonra bodruma indi.

Zerrinde mutfağa girip çay ve masayı hazırlamaya koyuldu. Ne kadar hoş bir durumdu aslında. Zerrin biraz olsun keyiflenmişti. Evde bir erkek olması ve işleri paylaşmaları çok hoşuna gitmişti. Evlenmiş olsaydı eğer demek ki her akşam kimbilir ne güzelliklerle saatler geçecekti. Karı koca başbaşa yemek yiyecekler, muhabbet edecekler ve en önemliside yanıbaşında sıkı sıkı sarılıp uyuduğu ve güvenebileceği biri olacaktı. Zerrinin kalbinde kırık dökük sevdalar vardı elbet ama onlardan biri vardı ki hatırladıkça her defasında kapanan yarası yeniden kanıyordu.

Zerrin, liseyi yeni bitirmişti. Onunla okuyan çoğu arkadaşına ve Zerrine üniversite kapıları açılmış ancak ailesinin maddi imkansızlıklar içinde olmasıyla bu kapı hiç açılmamak üzere kapanmıştı. İlkokul birinci sınıftan beri hiç ayrılmadan okudukları Tuncer 'le de yolları ilk o dönemde ayrılmıştı. Tuncer'in büyük şehre okumaya giderken verdiği sözü Zerrin hiç unutmamıştı. Tuncer o gün ayrılırken ''beni bekle, döneceğim ve evleneceğiz'' diyordu.

Zerrin Tuncer doktor olana kadar bekledi. Nihayetinde yeni mezun doktorun bu küçük şehre atanması olay olsada yanında getirdiği nişanlısı, Zerrin için tam bir yıkım olmuştu. Yıllarca bekleyen Zerrin kendi kendine teselli etmiş ''çocukluk aşkıydı, geldi geçti'' diye kendini avutmuştu.

Zerrin işte sırf bu yüzden doktora gitmezdi. Kendine bile itiraf edemediği bu duygular onun kendi kendinin doktoru olmasını sağlamıştı. Her hastalandığında doktora gitseydi eğer kimbilir Tuncer' le kaç kere hastane koridorlarında karşılaşacaklardı.

Pencereden dalgın dalgın bakan Zerrinin dalgınlığını Aliİhsan'ın sesi bozdu. ''Zerrin hadi gel, ekmekleri sobanın üzerine dizdim...Şimdi geliyorlar sımsıcak... mis gibi kızarmış ekmekler...''

Zerrin ne kadar bayılsada kızarmış yağlı ekmeklere pek iştahı yoktu. Onun için sadece yiyormuş gibi yaparak neşeli neşeli Aliİhsanla muhabbet etmeye çalıştı. Akşam kahvaltısından sonra saat hızla ilerliyordu. Zerrinin üzerine çöken bu rehavet Aliihsanın dikkatinden kaçmamıştı. Zerrin kanepeye uzanarak biraz dinlenmesi gerektiğini söyledi.

Aliihsan onu bu halde, ateşler içinde bırakamazdı elbet. Zerrinin uykuya dalmasıyla Aliİhsan, mutfaktan bulduğu havlu parçasını ıslatıp Zerrinin alnına koymuştuı bile. Öyle görünüyordu ki bu gece burda kalacak ve depoyu kimse beklemeyecekti. Depo yalnız Allaha emanetti hayırlısıyla.

Gece ikisi içinde kötü geçmişti. Zerrin kah annesini, kah babasını sayıklamış durmuş, ağabeyi Zeynel içinde gitme abi diye gözyaşı dökmüştü. Anca sabaha karşı ateşi düşen Zerrin öğlene kadar huzurlu bir uykunun koynuna daldı.

YAĞMURDAN ISLAK (3. BÖLÜM)

Zerrinin bu sabah kahvaltı yapası gelmedi. İçerisi çoktan buz gibi olmuştu zaten. Kendini çok yorgun ve bitkin hissediyordu. Akşam ki neşeli kızdan eser yoktu. Ne saate takıldı gözleri, ne büyükannesiyle dertleşti nede gidiyorum diyebildi annesine. Giyindi ve usulca evden çıktı Zerrin.


Sabahın ayaz soğuğu burnunu sızlatırken hemde yüreği sızlıyordu Zerrinin. Zeynelin durumu içinden çıkılması güç bi hal almıştı. Bir an kendisine ait olan daireyi satmayı bile düşündü ama sonra vazgeçti. Her ne kadarda Müfide Teyze kirayı geciktirse o para onların geçimlerini sağlamaya kafi geliyordu. Ama Zeynel kendi dairesini satabilirdi. Bu konuyu muhakkak konuşmalıydı ama bu mevsimde eski bir dairenin satışı çok zordu. Belki bu konuyu Zeynelle konuştuktan sonra Naci Beyden yardım isteyebilirlerdi.

Emlak dükkanına geldiğinde kapı halen kilitliydi. Bugünde Naci Bey geç kalacaktı anlaşılan. Bu durum Zerrinin hiç hoşuna gitmemişti zira ayakta duramayacak kadar kendini halsiz hissediyordu. On dakikalık beklemeden sonra nihayet Naci Bey geldi ve özür dileyerek kapıyı açtı.

İki yorgun beden o gün gün boyu konuşmadan bakıştılar. Zerrin anlattı hikayesini Naci Bey dinledi. Naci Bey anlattı hikayesini Zerrin dinledi. Kelimelerin hiç bir yardımı olmadan gözlerin muhabbetiydi onların ki...

Akşam alacası anca çökmüşken şehrin sokaklarına iki yorgun beden ayrı ayrı istikametlere yol aldılar yine. Zerrin kapıyı açtığında içerden dışarıyı pek aratmayan serin bir hava geldi. Üzerindeki dışarı kıyafetlerini çıkarıp rahat bişeyler giydi ve sobayı yakmak için bodruma indi. Her zamanki gibi bir kaç fare kaçıştı ayakları altından. Öncekine nazaran daha az odun aldı Zerrin zira kollarında anca o kadar odunu taşıyacak takati vardı.

Zerrin ağır ağır merdivenleri çıkarken Müfide Teyze açtı kapısını. Zerrin bu yaşlı kadını görmeyeli epey olmuştu. Hatta en son ne zaman gördüğünü anımsayamayacak kadar hayli gün geçmişti.

Müfide Teyze, ona annesinden yadigardı. Annesinin hasta olduğu zamanlarda çok yaşlı olan bu kadın gece gündüz dememiş annesinin başında nöbet tutmuştu. Hatta elinden geldiğince yemek bile yapmış, tanıdığı bir kaç doktor ahbabını annesi için seferber etmişti.

Şimdi de kapıyı açmış Zerrini bekliyordu. Sıcak bir tas çorba ikram etmek için...

Zerrin, elindeki odunları kapı önüne bıraktıktan sonra içeri girdi. Mütevazi döşenmiş bu daire sımsıcak bir gönülle karşılıyordu onu. Mutfaktan gelen tarhana kokusu iştahları açacak kadar mükemmeldi.

Kısa kısa kesilen cümlelerin eşliğinde iki kadın başbaşa yemeklerini yediler. Gürül gürül yanan sobanın alevi Zerrinin uykusunu getirmişti. Müsade isteyerek eve çıkmak istediysede Müfide Teyze o akşam yanında kalması için ısrar etti. Zerrin bu ısrardan ziyadesiyle memnundu. Hem ev buzgibiydi hemde çıksa kendini çok yalnız hissedecekti.

Kanepeye uzanmış bir halde uykuya daldı. Bir anne şevkatiyle Zerrinin üzerini örten Müfide Teyze de ışıkları söndürüp odasına çekildi.

Zerrin, yeni bir sabaha mis gibi gözlemelerin tütsülediği kokularla uyandı. Sımsıcak bir oda da sımsıcak demli çayın ve sımsıcak bir muhabbetin eşliğinde Müfide Teyzeyle kahvaltılarını yaptılar.

Müfide Teyze bugün Zerrin'in yüzünde ki solgunluğu görünce onu bugün işe gitmemesi konusunda uyardı. Nevarki zaman evde yatıp tembellik edecek zaman değildi. Hem kendi geçimleri, hemde ağabeyinin borcu yakasınna yapışan bir dertti adeta. Kapıdan çıkarken Müfide Teyzeye ''Allahaısmarladık'' dedi.

Gün yine yağmura gebeydi. Kara bulutlar az sonra şakırdayacak yağmurdan önce gökyüzündeki yerlerini almıştı. Zerrin yağmura yakalanmadan emlakçı dükkanına yetişebilse kendini çok şanslı sayacaktı.

11 Haziran 2010 Cuma

YAĞMURDAN ISLAK (2. BÖLÜM)

Koşar adımlarla çıktılar merdivenleri. Islak ve üşümüş elleri anahtarı bulmakta zorluk çeksede içeri girmeleri fazla uzun sürmedi.


''Anneee!... ben geldim, yanımda arkadaşımda var. Hani şu karşıda ki öğrenci var ya! Eveeet... Şu köpeği olan!''

Zerrin böyle seslenirken Ömer pür dikkat ve korku dolu gözlerle zerrine bakıyordu.

''Zerrin, annen!...'' dedi ve sustu.

Zerrin üzerindekileri çoktan portmantoya asmış, çayı koymak için mutfağa gidiyordu bile. Ömere oturması veya yanına gelmesi için işaret ettiysede Ömer bu işaretleri baksada görmüyordu.

''Benim karnım çok aç'' dedi Zerrin. Çayın yanında bi makarnaya ne dersin... Kusura bakma alışverişe çıkamadım bu aralar. Dolap tam takır, kuru bakır anlayacağın''

''Olur elbet. Doğrusu bende kurtlar gibi açım''

''Rafiiii!... Koş oğlum, senin şekerin burda'' derken Zerrin, Rafi kuyruğunu sallaya sallaya mutfağa daldı.

Zerrin o akşam güzel zaman geçirdi. Ömer yaşça küçüktü ondan fakat kafa yapıları uymuştu. İki yıldır komşu olmalarına rağmen hiç bu akşam ki kadar birbirlerini tanıma fırsatı bulamamışlardı. Ömer ailesinden, okulundan ve Rafiyle geçirdikleri zamanlardan bahsetti. ikisininde o kadar birikmiş hikayesi vardı ki kimin cümlesi önce biterse diğeri kapıyordu sırayı. Saat yine derin uykudaydı. Pil almayı unutmuştu Zerrin. Zaten bu aralar neyi unutmuyordu ki! Yakında kendinide bir yerlerde unutursa hiç şaşmayacaktı.

Ağır adımlarla Zerrin pencereye yaklaştı ve perdeyi araladı. Bunaklar kahvesinin ışıkları çoktan sönmüştü. ''Saat gece yarısını çoktan geçmiş'' dedi usulca.

''Çok güzel bir akşamdı. Yemek ve çay için teşekkürler. Bana müsade, Rafiyi biraz gezdirip eve giderim bende'' diyerek kapıdan çıktı Ömer.

Zerrin'in içi içine sığmıyordu bu sabah. Yeni bir işe başlıyordu, keyfi yerindeydi. Bir yandan pijamalarını çıkarırken bir yandan büyükannesine Naci Amcasından bahsediyordu. ''Ah büyükanne! Bir görsen pamuk gibi bir ihtiyar. Keşke daha genç olsaydında onunla seni başgöz etseydik ha! nasıl olurdu?''

Mutfağa giderken gözü yine duvarda sessiz bekleyen saate takıldı. ''Hay Allah, bugün bu saate mutlaka pil almalıyım'' dedi kendi kendine.

Çayı koydu, akşamdan kalma bir kase makarnayı ısıttı. İçine bolca kaşar rendeledikten sonra şöyle bir göz attı buzdolabına. Başka neler koyabilirdi ki! Kasede az kalan zeytinleride koydu ve masada ki yerini aldı.

Heyecanını bastıramıyordu bir türlü. Ağzında ki lokmalara rağmen konuşmaya çalışıyordu ve arada ağzından kaçırdığı kırıntılarda masaya sıçrıyordu. En sonunda yine ağzında lokmalar olaraktan ''Ben çıkıyorum! Görüşürüz'' dedi.

Köşe başından dönerken kaldırım kenarında ki büfeden saat için pil aldı. Yağmur yağmıyordu bugün. Güneş olmasada ıslanmadan yürümek daha güzeldi. Emlakçıya girdiğinde Naci Amca sabah kahvesini yudumlarken bir yandan da sabah gazetelerine bir göz atıyordu.

''Günaydın'' dedi Zerrin. ''Umarım geç kalmamışımdır. Evde ki saat durmuş, ama pil aldım yeniden çalışmaya başlayacak.''

''Günaydın Zerrin kızım'' dedi emlakçı. ''Saat onbire doğru bir müşterim gelecek, ben çıkıcam. Sen dükkana konuştuğumuz gibi göz kulak olursun, anlaştık mı''

Zerrin bütün öğleden sonrayı yalnız geçirdi. Ne gelen oldu, ne giden. Bir kaç kuru telefonun dışında ev için arayan da olmadı. Çok sıkılmıştı Zerrin. Keşke Ömer ve Rafi de burda olsaydı da iki lak lak dövseydik'' diye geçirdi içinden.

Ancak saat onyediye doğru gelebildi emlakçı. Biryandan dizlerini ovuşturuyor, bir yandanda söyleniyordu. ''Vay anam! Vay! Ne bu yaaa, tüm şehri gezdik neredeyse. Armudun sapı, üzümün çöpü, her bi evede bu kadar bahane bulunmaz ki canım''

Anlaşıldı emlakçı çok yorulmuştu. Görünüşe bakılırsa bundan sonra dükkana girecek ilk kişi pek bi sıcak karşılanmayacaktı. O yüzden ikiside dükkanı erken kapatma konusunda hemfikirdi.

Emlakçı ve Zerrin zıt yönlere yol alırken karşıdan koşar adımlarla Zeynel geliyordu. Zeynelin o kadar çok acelesi vardı ki Zerrine çarpıp düşürecekti az kalsın. Zeynel son anda farketti kız kardeşini ve sinirli sinirli baktı yüzüne.

''Senin ne işin var buralarda'' Evde dur canımı sıkma, bide senle uğraşmayayım'' dedi

İşe girdiğini söylemek istemedi Zerrin. Söylese muhakkak aybaşı geldiğinde dükkanın kapısına dayanacaktı Zeynel. Sanki kiradan aldığı para yetmiyormuş gibi Zerrin'in parasınada göz koyacaktı.

''Bi arkadaşla buluştum abi, annesi çok hastaymış zavallı kızcağızın. Gel bizde kal dedi ama bende annem izin vermez dedim''

Zeynel dahada öfkelendi;

''Manyak mısın kızım sen yaa! Hadi git işine'' derken bir yandan da eliyle deli işareti yapıyordu.

Neyseki Zeynel'in bu sıkıcı muhabbeti fazla ileriye gitmemişti. Zerrin yoluna devam etti. Markete uğrayıp ev için az miktarda erzak aldı. Aliihsanın verdiği para duruyordu daha ama Zerrin yatırması gereken elektrik borcunu yatırmayı unutmuştu ne yazık ki. Eve gittiğinde elektrikler kesik bile olabilirdi. İyi giden gün kötüye gitmeye başlıyordu işte. Aksilikler hep üst üste gelirdi Zerrin'in başına. Bakalım akşama daha neler olacak diyerekten yoluna devam etti. Bunaklar Kahvesinin önüne geldiğinde kahve yeni yeni dolmaya başlıyordu. Üç beş ihtiyarın kaldırım muhabbeti Zerrin geçerken bölündü. İhtiyarların hemen hemen çoğu Zerrin'i bebekliğinden beri tanır ve severdi. Babasıda iyi has adamdı ama ne gariptir ki kimsenin bilmediği veya kimsenin itiraf edemediği bir sebepten dolayı ortadan kaybolması onu kötülerin en kötüsü yapmaya yetiyordu. Zira geride bıraktıklarını hiç düşünmemiş, ne haldedirler diye merak edip bir kere olsun geri dönmemişti.

Zerrin bu ton ton bunaklarla muhabbeti çok severdi. Takılırdı sık sık. Aralarından en yakışıklısını seçip, seni büyükanneme alacağım derdi. Başka bir taneside büyük anneye talip olunca işi iyice cıvıtır açık artırma usulü büyükannesine fiyat biçtirirdi. İhtiyarların şen kahkahaları sokağı çınlatırdı.

Artık ihtiyarlar büyükannesi için para teklif etmiyorlardı. Çok garipti ki ne zaman zerrin evden ve büyükannesinden bahsedecek olsa konu hemen değiştiriliyor Zerrin'in dikkatini başka şeylere çekiyorlardı.

Zerrin yeni işiyle alakalı birkaç laf ettikten sonra merdivenleri ikişer ikişer atlayarak eve çıktı. Yine herzaman ki ses tonuyla ''Ben geldim!'' diye seslendi içeriye.

Üzerini bile değiştirmeden duvardaki yaşlı saati alıp, yeni kalbini taktı. Oh bee! özlemişti sessizliği bozan tik tak seslerini.

Akşam yemeğinden sonra pencereden yine dışarı baktı. Rafi ve Ömer için vakit daha erkendi. Kaldırımda üç beş serseri laflıyordu. Az ötelerinde yürüyüşe çıkmış yaşlı bir çift ve karşı kaldırımda misafirliğe gittikleri giyim kuşamlarından belli olan bir aile gidiyordu. Uzun zaman olmuştu. Hatta öyle uzun zaman olmuştu ki böyle misafirliğe gittikleri unutmaya yüz tutmuş hatıralardan öteye gitmiyordu. Belki dört, belki beş yaşındaydı ama kesinlikle altı değildi. Çünkü o yaşlarda babası anca geceleri Zerrin ve Zeynel uyuduktan sonra eve geliyor, onlar uyanmadan da gidiyordu. Ama çok iyi hatırladığı bişey vardı ki anne ve babasının yüksek sesle birşeyler konuştuklarıydı oda. Bazı geceler annesi yanlarına gelir, onlara duyurmamaya çalışarak usul usul ağlardı. Niye ağlardı, niye sesleri yükselirdi hiç bilemedi, hiç anlayamadı Zerrin.

İrkilerek kapadı perdeyi. Annesi görse yine kızacaktı çünkü. Mutfağa doğru ilerlerken yine saate takıldı gözleri. Birazdan Ömer dışarda olurdu. Çok canı sıkılmıştı bu akşam. Kendini dışarı atmak için büyük bir istek duydu. Acalece bir sigara yaktı, oturdu mutfakta ki masaya. İnce uzun bacaklarını üst üste attı lakin üstte kalan bacağın tik tak seslerine müteakip sallanmasına engel olamıyordu. Acele acele bir an öncede bitsin dediği sigarayı sertçe kültablasına bastırdı ve portmantodan paltosunu kaptığı gibi dışarı çıktı. İlk defa annesine seslenmemişti. İlk defa ''Ben gidiyorum '' dememişti. Hoş! dese ne olacaktı ki, bu kimin umrundaydı!

''Heyy!'' Ömer bekle beni'' diyerekten koşarak karşı kaldırıma geçti.

Samimi bir tokalaşmanın ardından yürümeye devam ettiler. Ömer'in kafa yine yerindeydi bu akşam. Neşeli ve bu çakırkeyif hali Zerrin'in çok hoşuna gitmişti. Uzun uzun konuştular ıslak kaldırımları adımlayaraktan. Zerrinde neşelenmişti bu akşam. Sanki uzun yıllar olmuştu gülmeyeli. Kenarda kestane pişiren adamdan tadımlık olacak kadar kestane aldılar. İkiside kestaneye bayılsada bu müthiş lezzete doymaya kalksalar onlara pahalıya patlayacaktı.

Biryandan kestaneleri yiyip, biryandan da kabuklarını ceplerine dolduruyorlardı. Ortalık yerde onlarıda yere atsalar bu hiç yakışmayacaktı onlara.

''Çöp tenekesine benzedik'' dedi Zerrin. Sonrada konuşmasına devam etti...

''Biz küçükken Zeynelle yazları haşlanmış mısır alırdık. Vakit böyle akşam vakti olurdu. Çoğu bakkal çakkal kapatmış olurdu dükkanını. Bizde illaki yaramazlık yapıcaz ya! elimizdeki mısır artıklarını dükkanların önlerinde duran ekmek dolaplarının içine atar ve kaçardık''

Ömer zerrinin elinden yakaladığı gibi ara sokaklara koşarak daldılar. Kapanmış birkaç bakkal aradılar lakin önlerinde ekmek dolapları yoktu. Uzn ve saatler süren aramalardan sonra buldukları ekmek dolabı artık ekmek yerine kestane kabuklarıyla doluydu.

İkisininde çok hoşuna gitmişti bu çocukça ve yaramazca hareket. Sallana sallana evlerinin bulunduğu sokağa geldiler. Vakit hayli geç olmuştu, bunaklar kahvesi çoktan kapanmış hatta Zerrinin misafirliğe giderken gördüğü ailede geri dönüş yolunda çocukları kucaklarında olduğu halde ilerliyordu.

Zerrin eve çıktığında doğru odasına gitti. Bu akşam hem çok eğlenmiş bir o kadar da yorulmuştu. Hemen uykuya daldı.

Gökgürültülerinin eşlik ettiği bir sabaha uyandı. Hava kapkaranlıktı ve yağmurun sesi sanki içerlerde yankılanıyordu. Bugün, hava kadar karanlık geçecek gibi geldi ona.

Evden sessiz sedasız ayrıldı. Hatta öyle sessiz ayrıldı ki kapıyı çekerken bile kapıdan ses çıkmadı. İşe gitmeden önce Elektrik borcunu ödemek için belediyeye gitmeye karar verdi.

Sabahın er saatleri olduğundan fazla kuyruk yoktu. Vezneye ilerlerken önündeki genç dikkatini çekti. Bu saç şekli ve hafif enli kulaklar...

''Aliihsan! na'ber... Hayırdır sende mi elektrik borcunu geciktirdin?''

Genç gülümseyerek cevap verdi.

''Evet ama benim borcum değil. Zeynel Abinin''

Zerrin çok şaşırmıştı. Demek ağabeyi artık depoda kalmıyordu. Hatta fatura ödemesi yaptığına göre epey olmuştu eve çıkalı.

''Demek Zeynel eve çıktı'' diye sinirlice sordu Zerrin. Bu sorunun devamının geleceğini anlayan Aliihsan, vezneden ayrıldıktan sonra konuşmalarına devam etmek için Zerrini bir kafeye davet etti.

Belediyeden çıkışta yağmur tam gaz devam ediyordu. Yine ıslanmıştı Zerrin. Islanmış ve üşümüştüde. Artık hem bedeni üşüyordu, hem yüreği.

Zeynel depo bekçiliğinden başka işlerede bulaşmıştı. Görünen o ki bu işler yasa dışı işlere benziyordu lakin Zeynele büyük bir kazanç kapısı açtığı belliydi. Nasıl bir evde kaldığını, nerde yaşadığını ve aklına ne gelirse soru namına soruyordu Zerrin. Aliihsanda büyük bir sabırla hepsini cevaplıyordu.

Uzun bir Zeynel muhabbetinden sonra Zerrin Emlakçıyı anımsadı.

''Eyvah! işe geç kaldım'' dedi ayağa kalkarak.

Aliihsanı bu muhabbet kesmemişti. Hayırsız ve ahlaksız bir ağabeyin nasıl böyle saf ve temiz bir kardeşi olur şaşırıyor ve Zerrini daha yakından tanımak istiyordu. Daha sonra ki günlerde tekrar aynı yerde buluşmak için sözleştiler ve ayrıldılar.

Emlakçı Naci Bey, ayakta dört dönüyordu. Merak etmişti elbet Zerrini ama gelirsede kulaklarını çekecekti. Zerrin sırılsıklam olduğu halde içeri girdi.

''Bu ne hal kızım yaa'' dedi emlakçı. ''Sırılsıklam olmuşsun, hasta olacaksın... Hem nerde kaldın sen be kızım? Meraktan öldürdün beni.''

Zerrin titreyerek cevaplar versede aklında halen Zeynel ve taşındığı ev vardı.

Akşam şiddetini azaltan yağmur yine ahmak ıslatan haline dönmüştü. Eve gelmişti gelmesine lakin içeriside soğuktu. Sobayı tutuşturmak için odun almaya bodruma indi. Önünden kaçışan birkaç farenin dışında karanlıktan pek bişey görünmüyordu. El yordamıyla bulduğu odunları ve onu tutuşturmakta kullanacağı az miktarda çırayı kollarına sıralayarak eve geri çıktı.

Sobayı güç bela yaktıktan sonra sallanan sandalyeyi sobanın başına çekti. Karnı iyice acıkmıştı fakat o kadar çok ıslanmış ve yorulmuştu ki mutfakta birşeyler hazırlayacak dermanı bulamadı kendinde.

''Anneeee! ne yemek hazırladın bugün? Keşke sıcacık bir tavuk sulu çorba yapsaydın. Çok üşüdüm ben bugün. Hem büyükannemde içerdi, dişleri yok ya artık biliyorsun eskisi gibi katı yiyecekler yiyemiyor''

Sobanın sıcaklığı ve odunların yanan çıtırtıları eşliğinde Zerrinin gözleri kapandı, kapandı.

Kapı öyle feci vuruluyordu ki Zerrin korkuyla yerinden fırladı. Hızlı adımlarla kapıyı açtığında Zeynel acelece içeri daldı.

Hemen ışıkları söndürdü ve Zerrini sakin olması için uyardı. Zeynel usulca perdeyi aralayarak dışarı bir gözattı.

''Bugün Aliihsanla rastlaştık'' dedi Zerrin. ''Senin ev tuttuğunu söyledi. Ne yapıyorsun abi, peşinde ki kimler?''

Zeynel kardeşinin bu sorularına cevap vermek istemiyordu ama cevaplamak zorunda hissetti kendini. ''Peşimde ki adamlardan aylar önce borç almıştım. Tefeci bunlar kızım tamam mı. Borcumu ödeyemeyeceğimi anlayınca başka başka işler aradım ve yasal olmayan işlere bulaştım. Tam polisten yakayı kurtardım derken bu adamlar takıldı peşime. Aldığım parayı istiyorlar hemde faiziyle.''

Zerrin çok üzülmüştü ağabeyinin bu durumuna ama onu saklamaktan başka bi çare gelmiyordu aklına. O geceyi abi kardeş uzun yıllardan sonra dertleşerek geçirdiler. Bu gece Zerrinin başının altında ki yastık değil ağabeyinin çok özlediği omuzlarıydı.

Sabaha güneşle aydınlanan salonda saatin tiktaklarından başka ses duyulmuyordu. Zeynel çoktan çıkıp gitmişti. Zerrin bu duruma çok üzüldü. Yıllardan sonra ağabeyiyle bu kadar yakın olmuş ve kahvaltı yapma fırsatı elde etmişti ama o çoktan gitmişti.

9 Haziran 2010 Çarşamba

YAĞMURDAN ISLAK (Hikaye/ 1. BÖLÜM)

Gözlerini açtığında hava çoktan kararmıştı.


Ne kadar uyuduğunu kestiremese de gördüğü rüyanın süresiyle kıyaslanırsa saat çoktan geceyarısına gelmiş olmalıydı.


Uykuya dalmadan önce ki son hali aklına geldi ve korkuyla irkildi. Elinde yanan sigaradan kalma kızıl bir izmarit ışığıda yoktu -ki, bu iyiydi işte. Yoksa yanmış bir ceset olarak bulunurdu itfaiye erleri tarafından...


El yordamıyla ayakucunda duran ayaklı lambayı açtı. Her zaman loş ayarında tutardı bu desteksiz ayakta durmayı bile benceremeyen pırtıyı. Her yakışında da söylenirdi bit pazarı malı nede olsa diye!


Saatte uykuya dalmış olmalıydı...Ondan da ses seda gelmemekteydi zira. Kalkıp pencereye doğru ilerledi. Zamanın en iyi oyuncuları dışarda ki sahnede çoktan yerlerini almış olmalıydılar.


Karşı apartmanın çatı katında iki yıldır kalan öğrenci, köpeği rafi ile beraber yenice çıkmış, belediyenin dikmiş olduğu çam fidanlarını sulamaktaydı. Genelde rafi sulasada bu ağaçları kafası kıyaksa sahibide eşlik ederdi. Her akşam aynı vakitlerde tekrarlanan bu sahneyle saatin 21.30 olduğu kesinlik kazanmıştı.


Gözlerinin görebildiği en karanlık noktaya kadar bütün sokağı gözleriyle soyduktan sonra perdeyi usulca çekti. Annesi akşamları perdenin açık olmasına çok kızardı. ''tamam annecim, çektim perdeyi'' dedi sesini yükselterek.


Mutfağa ilerleyen adımları altında ezilen döşemelerin gıcırtısı, karnının gurultusuna karışıyordu. Buzdolabında pek bişey yoktu. Kahvaltıdan kalma üç dilim eski kaşar, zeytin, reçel pekde iştah açıcı gelmemişti.


Bu saatte dışarısı pek tekin olmazdı. Hem dışarı çıkmış olsa bile açık bir lokanta bulmak imkansızdı. Elbette ki maksat karın doyurmaktı ve mevcut açık lokantalar vardı ama onlar hem karnını doyurmak hemde birkaç kadeh içip keyiflenmek isteyen insanlar için ideal yerlerdi.


Dışardan birşeyler söylemek için telefonu aldı eline. Birkaç isteksiz denemeden sonra aklına gelebildi ancak telefonun geçen pazartesi borcundan dolayı kesildiği.


İşten kovulması iyi olmamıştı. Zaten nerde bir aksilik olsa, ne zaman işler yolunda gitmese hep onu bulur, hemde suçlu ilan edilirdi. Ogünde öyle olmuştu. Muhasebeci Hamdi Bey, yıl sonu dökümanlarının bilgisayardan çıktısını istemişti. Elinde ki onca yığılı dosyadan sonra bıkkın bir ses tonuyla ''tamam'' dese de, gönülsüz yaptığı her işin sonunda bir pislik çıkacağını biliyordu. Bilgisayarın içinde dosyayı ararken gözüne Hamdi bey ve ailesinin yeni yılda çekilmiş resimleri ilişti. Tek tek onlara bakarken bir yandanda zaman olabildiğince hızlı ilerliyordu.


''ne mutlu bir aile , pırlanta gibi üç evlat, hanım hanımcık bir eş. İnsan bunlardan başka ne isteyebilirdi ki hayattan''


Babası yıllar önce onları terkettiğinde zerrin 6 yaşındaydı. sonrasında hiç tam bir aile olamamışlar aksine başıboş kalan ağabeyide kendini içki ve kumara vermişti. Birde büyükannesi vardı ama oda beş yıla yakın bir zamandır felçi yatıyordu.


Hamdi Beyin asık suratına rağmen yumuşacık olan kalbi çocukların ve eşinin yüzünede yansıyordu. Oysa zerrinin ailesi öyle miydi, ne eski neşeli hallerinden bir eser nede annesinin her daim gülen yüzü kalmıştı artık. Herşey solgun bir resimden öteye gitmiyordu. Zerrin de çalışmasa iki küçük dairenin kira getirisinden başka bir gelirleri yoktu artık. Dairenin birinde oturan emekli eğitim müfettişi Sami amcanın verdiği kirayı doğruca ağabeyi Zeynel alıyordu.


Diğer dairede oturan Müfide teyzede sık sık aksattığı ödemeleri gününden sonra eline veriyor, mahçup bir ifadeyle de ''biraz eksik, kusura kalma'' diyordu.


Annesinin en sevdiği kiracıydı Müfide teyze. Kimi kimsesi olmayan bu yaşlı kadın zamanın paşa konaklarında yaşlanıp kuvvetten düşene kadar ahçılık yapmış sonrasında kapıya konulmuştu. O konaklarda yaşadığı aşklarsa ne gariptir ki evlenmeye münasip değildir damgasını vuran kara bir leke gibi iz bırakmıştı kaderinde.


''Zerrrriiiiinnn...'' diye sert bir sesle kendine geldi. Artık daldığı düşler sokağından çıkmak vaktiydi. Hamdi Bey, bir boğa edasıyla burnundan soluya soluya çıkıyordu odasından. Korkunun ecele faydası yoktu maalesef, katlanacaktı bütün azar ve aşağılamalara.


Hamdi Beyin ağzından tek bir laf daha çıktı. ''kovuldun!''


Haklıydı aslında. O da farkındaydı, son günlerde işleri ziyadesiyle aksatıyordu. Üstüne üstlük de dalgınlığı yüzünden defterlerde birsürü karışıklığa neden olmuştu.


''Telefon kesildiyse elektrikte kesilecektir'' dedi kendi kendine. Cüzdanını almak için odasına yürüdü. Biryandan da annesine seslendi! ''anneeee...! büyükannemin ilaçlarını verdin mi? onların bitmesine daha var mı... umarım bu aralar bitmezler yoksa yandığımızın resmidir''


Cüzdanın içinde yirmi liradan başka bir para kalmamıştı. Onlarda bozukluktu zaten. Elektrik borcunu ödemeye yetecek miktarda da değildi. Kira gününe daha on sekiz gün vardı. bu on sekiz gün daha fazlasına da gebeydi belki. Kiraya güvenemezdi, belki Zeynel bu seferliğine bir miktar borç olarak verirdi. Saat hala yerinde sayıyordu. Perdeyi aralayıp son bi kez dışarı baktı. Karşı kaldırımda ki bunaklar kahvesi kapandığına göre saat 24 e gelmişti. O kahveye yalnız Zerrin bunaklar kahvesi derdi. Çünkü içeri girenler hep 65 yaş üstü, amaçsız, yalnız ölümü bekleyen ihtiyarlardı. Onlar akşam namazından sonra camiden çıkıp doğruca bu kahveye gelirler, günün ve dünün gazetelerini en ince ayrıntısına kadar okurlar ve araların da siyasi gündemin münakaşasını yaparlardı.


Uyusa iyi olacaktı. Yarın erken kalkıp Zeynel'e gidecek ve hiç olmazsa elektrik borcunu kapatacak kadar para isteyecekti. Sonrasında yeni bir iş aramasına yetecek kadar zamanı vardı nasıl olsa!


Sabah, kahvaltı yapmadan çıktı evden. Durakta bekleyen sabah yolcularının arasında yerini aldı. Yağmur yağmuyor olsaydı yürümeyi tercih ederdi daima. Şimdi ise ıslanıp hasta olma riski vardı. Onca ilaç parası vermektense minibüs parasını cepten çıkarmayı göze almıştı. Zeynel, onu gördüğünde ne yapacaktı acaba! sevinçle karşílamayacağı muhakkaktı. Tam bunları düşünürken ite kalka minibüse binerken buldu kendini.


Yağmur şiddetini artırmış yağmaya devam ediyordu. Islak insan kokularının boğduğu havaya birde aç ağız kokuları eşlik ediyordu. Bu pis havaya daha fazla dayanamayan Zerrin, şoförü müsait bir yerde durması için uyardı.


Mecbur yürüyecekti artık. Zeynel çalıştığı yerde yatıp kalkıyordu. Burası bir şirketin mallarını depoladığı büyükçe bir ambardı. Zeynel'den başka Aliihsan diye bir çocukta orda kalıyordu. Bu efendi ve karakteri henüz bozulmamış genç, elbette kısa bir zaman sonrası ağabeyinin çekilmez ve hayırsız insan karakterinden nasibini alacaktı.


Deponun demirden ve sıkı güvenlikli kapısı daha açılmamıştı. Büyük ihtimalle Zeynel içerde sızmış kalmış, Aliihsan'ıda gürültü yapmaması konusunda sıkı sıkı tembihledikten sonra, onuda uymaya zorlamıştı. Zerrin 'in yumruklamalarına daha fazla dayanamayan Ali ihsan nihayetinde kapıyı açmak zorunda kaldı.


''Kusura kalma abla! uyumuş kalmışız. Zeynel ağabeyde akşamdan kalma, halen ayılamadı.


Buyur!...bir emrin mi vardı?


''Uyandırsak Zeynel i dedi Zerrin. Çok acil konuşmam lazım.''


''Zeynel Ağabeyin uyanacağını sanmam. Baksana demir kapının açılırken çıkardığı bağırtıya bile uyanmadı'' dedi ve gülümsedi Aliihsan.


''Ben yardımcı olsam!


Aslında duruma bakılırsa ağabeyinden bi fayda yoktu ama bu gencecik delikanlıdan da yardım dilemek ağrına gidecekti.


''Biraz borç para isteyecektim. Telefonu ödeyemedik kesildi, bari elektrikler kesilmesin niyetim..''


Aliihsan arkasını dönerek cüzdanında ki paraları saymaya koyuldu. Geceden birazını Zeynel'e kaptırmış olsada epey birikmişi vardı bu garibin.


''yüz lira yeter mi bacım'' dedi Aliihsan...


''sağolasın ya! çok makbule geçti, biliyorsun durumu. Zaten şimdi iş arayacağım, bakalım, hayırlısı!... Borcum borçtur anlaştık mı, en kısa zamanda vereceğim''


Aliihsan uğurladı onu, son bir kez geriye dönüp baktığında Zeynel gerine gerine yatış pozisyonunu değiştiriyordu.


Yağmur biraz yavaşlamış gibiydi. Aslında ince ince yağmaktan öteye gitmiyordu. Babası böyle yağan yağmurlara ahmak ıslatan yağmurları derdi. Babası, neden bu yağmurla aklına gelmişti şimdi. Onları bırakıp gidişinin nefreti önünde kaskatı dururken, onu özlüyor muydu yoksa!


İş arayacağı için yaya yürümeye karar verdi. İşin mahiyetinin bir önemi yoktu şu durumda. Maaşını zamanında versinler başka bişey istemiyordu. Önünden seyrine bakıp geçtiği dükkanlar bir bayana uygun yerler değildi. Ama dışarda bekleyen dükkan sahipleri adeta gözleriyle yiyip bitiriyorlardı onu. Az ötede ahbapları olan Emlakçı Naci Amcanın dükkanı vardı. Kapısını çalsa elbette ki ona iş konusunda yardımcı olurdu. Eğer ona bugün bir iş ayarlayabilirse, Naci Amcaya ömrünün sonuna kadar minnet duyacaktı.


Oturduğu yerden posbıyıklarını sıvazladı Naci Bey. Uzun zamandır görmediği bu küçük kızı ailesini kaybettiği günden beri ziyaret edip bir hal hatır sormamıştı. Bunları düşünürken bir yandan da Zerrine hoşgeldin anlamında gülümsüyordu.


''Nasılsınız Naci Amca'' dedi Zerrin. Sıcacık ellerine dokunan Naci Bey; ''Üşümüşsün Zerrin'' diye cevap verdi.


''Evet, dışarda ahmak ıslatan yağmuru var, bilirsiniz babam hep öyle derdi. Sabahtan beri dışardayım Naci Amca. İşten kovuldum, yeni bir iş arıyorum. Sizden ricam, eğer vaktinizi almayacaksam! bana uygun bir iş bulmanız. Nede olsa sizin etrafınızda ahbabınız çoktur, kırmazlar sizi''


Naci Bey bu garip kızcağızın başına gelenlere ve yalnızlığına üzülerek başka kimseye emanet etmemeye karar verdi.


''Oooo...İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş Zerrin Kızım. Bende dükkanı ben yokken bekleyecek, telefonlara cevap verecek birini arıyordum. Senden güvenilir kimi bulabilirim ki! Seni işe ben alıyorum.''


Zerrin o kadar sevinmişti ki sevincini anlatacak kelime bulamıyordu. Sıkı sıkı sarıldı Naci Amcasının boynuna. Çok çok öptü o pamuk ellerinden.


Para hususunda birşey konuşmadılar o gün, Zerrin emlakçıya çok güveniyordu. Onu dara sokmayacak, ailesine yetecek miktarda bir maaş vereceğini biliyordu.


Akşama doğru eve giderken yolda Rafi ve sahibine rast geldi. Rafi Zerrini çok sever, nerde görse elllerini yalardı.Bilirdi ki o eller ona hep şeker verir, başını okşardı. Maalesef Zerrinin elleri bugün boştu. Sadece Rafinin başını okşamakla yetindi. Rafinin oyun isteğini tasmasından tutarak engellemeye çalışan Ömerin Zerrinle köpek dışında bir muhabbeti olmamıştı.


''Merhabalar, nerden böyle'' dedi Ömer.


''İşten ayrılmıştım, bugün yeni bir iş buldum kendime. Sen nasılsın bakalım, nasıl gidiyor okul?''


''Vizeler bitti sayılır. Önümde küçük bir tatil var ama biz yine buralardayız''


Zerrin, uzun zamandır kimseyle muhabbet etmemişti. Çok canı sıkılıyordu evde. Annesi konuşmuyor, büyükanne ise gün boyu uyuyordu.


''Bize gelsene!'' dedi Zerrin. ''Hem Rafinin şekerini veririm, hemde biraz muhabbet ederiz'' dedi gülümseyerek.


''Okey!'' dedi Ömer bu akşam herzamanki gibi bi planı yoktu nede olsa. Karanlıkta adımlayan bu iki gence sadece yağmur eşlik ediyordu o gece...



1 Haziran 2010 Salı

BİR GÜZEL YÜREKTİR SUNAYIM


Ordunun Dereleri Fon Müziği


       Elinde ki max dondurmayı yalarken beni farketti ve gülümsedi...

''Aaa! güzel ablam, sende mi buralardaydın?''

Oğluyla trafiğe kapalı sokakta, ortasında çiçekler açmış ve etrafı oturulacak şekilde dizayn edilmiş bankta oğluyla oturmuş dondurma yiyordu Sunay.

       Ne vakit Ordu'ya insem muhakkak görürdüm O'nu. Bazen yalnız, bazen boyundan büyük oğluyla.
Ve ne vakit rastlaşsak ''güzel ablam'' der bana. Hiç adımı söylediğini duymadım.

          Bundan dört sene evvel, ramazan ayında, pazarda karşılaşmıştık ilk. Levo henüz küçüktü ve ben evde çok sıkılmıştım. O yıl Ordu'da oturuyorduk ve evimin hemen arka tarafına cumartesi pazarı kuruluyordu. Oğluşu hazırlayıp pazarın kalabalığına karıştım bende.
          Önümden giden kısa boylu kadının krem renk pardesüsü yerleri süpürüyordu. Elleri poşetlerle doluydu ve yürüyüşünden bu poşetlerin ne kadar ağır olduğu anlaşılıyordu.
          Bir kaç esnaf kadına seslendi ''taşıyabileceğin kadar alsana yav bacım''
Hiç aldırmadı. Ne çiselemeye başlayan yağmura, ne de esnafın azarlar tondaki bağırmasına...

           ''Teyzecim! birazını bana verin,  ben taşıyayım'' derken O yüzünü bana çevirdi.
Şaşırdım!
Benden yaşça küçük bir kadın...

            Verdi poşetleri elime. Oğluşun minik elleri, O'nun minik elleriyle buluştu ve evine doğru yürüdük. Ben biraz hızlanınca ''güzel ablam bekle!'' diye seslendi...
Ben yine hızlandım o yine seslendi ''güzel ablam''...

          Üç katlı bir apartmanın önüne geldik. Demir kapıdan içeri girdiğimizde o çoktan kilitlemeye bile gerek duymadığı, bodrum kattaki evinin kapısını açmıştı bile.
          İçerisi, fakirlik!...
          içerisi yokluk!..
          içerisi nem!...
Bilmem ki burda nasıl yaşanırdı? yaşanabilir miydi?

Yaşıyordu işte Sunay. Mecburiyetten yaşıyordu. Eşinden ayrılmış, 6 yaşında ki oğluyla yaşıyordu. Pencereler kaldırıma bakıyordu. Pencereler insanların adımlarını gözlüyordu...

Epeyce oturdum. Oğlu topaç gibi bir çocuk. Öyle güzel bakmış ki...
''iki gün sonra oğlumun doğum günü güzel ablam'' dedi
''Bende sevinsin diye muz aldım''

          Müsade isteyip çıkarken haberi yoktu yarım saat döneceğimden.

Elimde ki doğum günü pastası ve Sunayın yüzündeki gülümseme...

Hiç unutmam.

''Gidiyoruz artık Sunay'' dedim o dondurmasını bitirmek üzereyken...
''Tayin çıktı, ben memlekete, eşim doğuya gidiyor''

Üzüldü, gözleri doldu.

Eğildim ve sarıldık birbirimize. Gitmeden uğrarım sana dedim.

''Beklerim güzel ablam'' dedi