.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

30 Ağustos 2010 Pazartesi

EMANET


     Aydınlık Kasabası’nın küçük otobüs terminali her zamanki gibi tenha günlerinden birini yaşıyordu. Tek bir yazıhanenin bulunduğu bu terminalde, sayısı hiç yok denecek kadar az olan yolcuların beklemesi için birde salon bulunmaktaydı. Salonun ortasına kurulu devasa sobanın etrafında, ilçeye gidecek minibüsü ve şehre gidecek şehirlerarası otobüsü bekleyen dört beş yolcu ısınmaktaydı.

      Salona açılan kapının gıcırdayan sesiyle, bekleyen yolcuların başları kapıya çevrildi ve tanıdık bakışlara selamlar eşlik etti.

      Yazıhaneye doğru ilerleyen bu yolcunun, yere sert ve vakur basan kara botları, ahşap zeminle birleştikçe, zemin adeta selam durmaktaydı.

Bu terminalden geçen yüzlerce askerden sadece biriydi Yavuz Teğmen.

     Kasabanın adına yakışırcasına Aydınlık ahalisi, vatan borcunu ödemek için sırası gelen evlatlarını, bu terminalden uğurlamış ve onlarcasını da erdikleri en yüce makam olan, şehitlik makamından sonra karşılamıştı.

     Yavuz Teğmen, iznini geçirdiği, memleketi olan bu küçük Karadeniz kasabasından, yağmurlu ve soğuk bir günde ayrılıyordu.

     Kasabaya çok sapa bir arazide bulunan evinden, ancak sabahın er vaktinde çıkmış, yaya olarak gelmişti. Neyse ki Aydınlık Kasabası’na gelişinden yarım saat sonra, beklediği otobüs geldi. Bavulunu otobüsün bagajına yerleştirdi ve boş olan koltuklardan birine oturdu. Diğer iki yolcusunu da alan otobüs, yaylana yaylana asfalt yola çıktı ve doğu iline doğru yol almaya başladı.

Sol tarafında Karadeniz’in hırçın dalgaları oynaşmaktaydı. Sağ tarafında ise yeşilin bin bir çeşit tonu yamaçları boyamaktaydı.

Uzun bir müddet göremeyeceği bu manzarayı seyrederken, elleri de dizlerinin üzerine koyduğu, kara kaplı defterin pürüzlü kapağı üzerinde geziniyordu.

Elini öpüp, helallik isterken, babaannesi bu defteri eline tutuşturmuş, gözü yaşlı bir halde;

‘’Bu emaneti al oğul ve iyi sakla’’ demişti. Ardından da ‘’canın sıkıldıkça okursun’’ demeyi ihmal etmemişti. Henüz canı sıkılmamıştı ama içinde el yazması karalamaların olduğu,

Amcasına ait bu defterin anlatacaklarını duymak için sabırsızlanıyordu.

Yolcular, yol arkadaşlarına sordukları, olağan yol sorularını bitirip sessizliğe daldıklarında,

Kara kaplı defterin dile gelme vakti başlamış oldu.



Sene – 1973 çay derme zamanı

Ağabeyime;

Bilirsin bizim oraları, ne yaz, ne kış sisi eksik olmaz. Sende sisli bir günde gitmiştin ya!
Kemençeyi dayım çalmıştı, horonlarda bütün sülale. Yayla çamurdu ama bundan kime ne?
Tıraşını aşağı mahalleden İdris Emmi yapmıştı.
Yüzünden aldığın sabun köpüğünü yüzüme sıvamıştın ya! Unutmadım hala kokusunu.
Akşamdan yorgunduk, lakin hepimizde ayrı bir gurur, hepimizde ayrı bir heyecan vardı.
Halam parmağına mor kınayı çalarken, annem sessiz sessiz ağlıyordu.
Bilirsin bizim oraları…


Her sisten sonra yağmur ıslatır doğayı. Sen yola düştüğünde yağmur yağıyordu ya!
Islanıyordu bedenimiz, ıslanıyordu yüreğimiz.
Aşağı sapaktan yola çıkmıştı tertiplerin, yol başında beklemekteydiler.
Magirus’un havalı kornası yankılanırken, sen el sallıyordun, bir yandan da ağlıyordun, görmedim sanma!
Bir annemin ağlaması, bir Magirus’un gürültülü bağırtısı!
Hiç unutmadım.
Senden önce, ben binmiştim ya otobüse! Dursun Emmim kızdı bana. ‘’Ula uşak, in lan aşağı’’ dedi.
Sanki Magirus onun malı mı? Sanma senin gidişine ağladım! Bir şoför koltuğuna oturamadım ya! Ona yandım.
Magirus, salına salına yayla yolunu arşınladı. Çok sürmedi kaybolması, sisler içinde, sis oldu.
Yağmur başladığında sisler dağılır ya ağabey! Baktım yola, tepeyi koşar adımlarla çıkarak.
Yolda ne tertiplerin vardı! Ne Magirus ağabey!
Aahh! Son bir kez görebilseydim seni.
Bilirsin, çay derme zamanı geldi mi, evlerde kimse bulunmaz. Jandarma başçavuşta, üşenmemiş gelmiş yanımıza. Çay rengine karışmış, alalı kamuflajı.
Zor tanıdı babam. Önce sen sandı, elinde ki makası attığı gibi yanına vardı. Yanında ki asker ağabeyler, bakmadılar babama. Jandarma başçavuşta gözlerini kaçırdı. Hiç konuşmadılar ağabey! Anladı babam, kara haber geldiğini.
Bilirsin, bizim oralarda, şehit evlerine al bayraklar asılır. Bir seni uğurlarken asmıştık bayrağı, bir sen döndüğünde ağabey.
Bizim bayrağı, muhtar emmi vermişti. Biraz solukçaydı ama babam ‘’ziyanı yok’’ dedi.
Senin üzerindeki bayrak kocamandı ağabey. Bir bizim evde ki bayrağa baktım, bir senin üzerindekine.
Kıskandım, ne diyeyim? ‘’Keşke bu bayrak benim olaydı’’ diye.
Sonra, alay komutanı dediler, omuzları yıldızlı, gözü yaşlı askere. Zaten, bir onda vardı yıldız, birde senin bayrağında ağabey. O omuzları yıldızlı amca mı seni çok seviyordu ağabey? Tabutundaki bayrağı bana verdi, ben sevine sevine döndüm eve.
Yine, sis var buralarda ağabey…
Babam, senin bayrağını astı dama. Sordum ‘’neden’’ diye! Hamit ağabeyim askere gidecek diyeymiş.
Ben askere giderken de babam, bu bayrağı asar mı ha! Ağabey, asar mı?
Senin dönüşündeki gibi bedenimi sarar mı?


      Kara kaplı defterin anlatacakları bittiğinde gece, çoktan yönünü gündüze çevirmişti. Yüzü, pencereye dönük olduğu halde Yavuz Teğmen akan gözyaşlarını, beyaz mendiliyle sildi.

Hem hiç görmediği büyük amcasını, hem de bu satırları henüz daha sekiz yaşında iken yazan küçük amcasını düşündü. Her ikisi de şehitlik makamında yerlerini almışlardı.

Küçük amcasının, bu satırları yazdıktan on iki yıl sonra, aynı terminalden, onun şimdi gittiği doğu iline gidişini düşündü.

Cebinden çıkardığı kalem, amcasının sorduğu soruya, cevabını yazıyordu…

Sene – 1995
Amcama;
Bilirsin bizim oraları…
Yaz kış sisi eksik olmaz. Sende sisli bir günde gitmiştin ya!
Recep Amca’mdan yadigâr al bayrakla uğurladık seni.
Babam, öpe koklaya al bayrağı senin tabutunun üzerine serdi.

SEVDA DAMLALARI


Yüreğimin titrediği günlerdeydi...
Sigarama vururdu her titreme, titrek dumanlar dağılırdı boğuk havaya.
Rüzgarın ayazının tenime değdiği günlerdi.
Sensiz günlerdi, sensiz yolculuklardı yol hikayelerine konuk olduğum.
Zamanın bir nakkaş gibi sevdalara ayrılığı işlediği günlerdi.
Hasretlik biterdi, deremediğimiz güllerin yerine.
Hiç tanımadığım insanlar anlatırdı sevdaya dair, ölümlü hikayeleri.
Ucunda ölüm var ya! aldırmazdım anlatılanlara.
Bana göre sevda ölümsüz olmalıydı, imkansız olmalıydı!!...
Yüreğimin deli vurgununu yediği günlerdi....
Bir yakamoz perisini yanına uçurduğum günlerdi.
Denizaşırı yokluğununun, bende ki aykırı dalgalarınaydı tüm isyanım.
Ne dalgalarda bulduğum...
Ne kıyılarına vurduğum sevdam!...
Yüreğimin aşkın alayına sövdüğü günlerdi...
Yazıyordu kalemim, yazıyordu hakikati
Uçurumun kıyısında ki sevdaları, paramparça yüreklerin kahpe sevdalarını...
Sevdaya dair anlatılmış ne varsa yalanlığnı yazıyordu.
Bir ölümsüzlük, bir imkansızlık türküsü tutturmuşken hayat!...
Ne bir ses, ne bir nefes değiyordu kulaklarıma.
Anlatılanlar,
Yalan! yalan!...diye
çığlık çığlığa
Deliriyordum!...
Belkide en akıllısıydım
sevda zıpkını yemiş yüreklerin.
Yüreğimin titrediği günlerdi...
Sigarama vururdu her titreme,
Titrek dumanlar dağılırdı, boğuk havaya...
Ölümsüz...
İmkansız...
Sevdasızdı aslında.










Yedi Karanfil - Ney
Yükleyen aliyilmaz14. - Diğer müzik videolarına göz atın.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

EYLÜL DEYİŞLERİ



Şiiişşşttt!...

Eylül fısıltıları...

Eylül fısıltıları var şehrimde. Rüzgarın yazdan bulaşık, yaz kokulu elleri eylüle salınıyor...

Ve Eylül kokuyor şehrim.

Eylülde gel deyip deyip ağlamıyorum. Gelmeyeceğini bildiğimden olsa gerek!...

Eylüle hazır ağaçlar. Tek tük dökmekte yapraklarını.

Biliyorum bu Eylül başka geçecek. Eylüle ait ne varsa yok sayıp, sonbaharı es geçeceğim kimbilir!...

Belkide hiç olmadığı kadar içime çekeceğim şehrimin Eylül kokusunu.

Hasretine karıp karıp yine rüZgara salacağım efkarımı. Biraz sisli dağlarımın Eylül değmiş kestane ağaçlarını özleyecek, biraz da sensizliğe ait ne varsa düşüncelere dalacağım.

Şiiişşşt!...

Eylül fısıltıları...

Eylül fısıltıları var şehrimde. Rüzgarın yazdan bulaşık, yaz kokulu elleri Eylüle salınıyor.

Ve biraz sessizlik, biraz dinginlik ruhumuza,

Eylül geliyor.


16 Ağustos 2010 Pazartesi

BEN SİZİ ADAM EDERİM!...

       

     Aralarında ki yaş farkı mı onları bu kadar birbirine düşman yapan!...
Yoksa ikisininde erkek olması mı?

Bazen bu çocuklar kardeş olamaz diyorum! Yahut ufaklık hastanede mi karıştı?

Sanırım onun bu inatçı ve yaramaz tavırları doğduğu karadeniz iklimiyle alakalı!

Abisinide yoldan çıkarıyor velet.

''Yeteeeeerrr! bıktım sizin kavgalarınızdan, çok üzülüyorum''

demek yeterli gelmedi. Baktım bir iki pataklada olacak şey değil!...

''Gelin bakayım buraya. Her birinize 20 puan. Kim kötü söz söyler, hakaret eder ve kavgayı başlatırsa bir puanı düşer. 3 gün sonunda kimin daha fazla puanı varsa 5 lira çalışır benden''

Ufaklık varyemez amca, hemen ''olur'' dedi. Abicik için ise bu yarışma çocuk oyuncağı, mülayim efendi o. Levoya karşı sabrının sınırlarını biraz zorlaması gerekecek:))

Ve formaliteden velet kazanıyor. Ortam eskisine göre daha iyi.

''Gelin bakayım... Yeniden başlıyor yarışma. Bu sefer 50 puanınız var. Süre bir hafta. Dedenlere gittiğimiz zaman puanı o düşürecek ve hemde 2 puan birden. Ona göre ayağınızı denk alın!''

Kavga etmemek için ellerinden geleni yapıyorlar görünsede benim görmediğim anlarda bir iki sataşma oluyor ve şikayetler şikayetler!!...

Görmediğim için kimseden puan düşmüyorum. Ufaklık işi kıvırdı ben meşgul iken abisini sıkıştırıyor ve bağrış, çağrış, pat, küttt!

''görmedin anneeeeee! ''

Abicik kazandı yarışmayı.

Üçüncü oyunda bende varım. Benim puanımı onlar düşürecek ve bende sinirlenip onlara eşşek sıpaları demiyeceğim :)) ve diğer kötü sözler...

Yola geliyorlar. Eskisi gibi kavga etmiyorlar ve sokak çocuğu modundan çıktılar.
Hatta bana fasulye doğramada yardım ettiler. Kurumuş ekmekleri rondodan geçirdik beraber. Kendi çamaşırlarını kendileri katlayıp, yerleştiriyorlar.

Bu çözüm yolu işe yaradı. Yavaş yavaş adam oluyorlar :)))

13 Ağustos 2010 Cuma

NEWBAHARCA

Gecede sessizlik, gecede karanlık
Gece bizi yazmıyor artık!

        Sokak lambalarının sarı ışıklarıyla aydınlanmış, dört en fazla beş katlı apartmanlardan oluşan koskoca bir site burası.
Newbaharın hiç alışık olmadığı şehir manzarası balkonumdan görünen...
         Sisli dağların perisi derdi bir dost.
Sisli manzaraya salardım efkarımı, yanan sigaramın dumanına karışık.
Sislerin gölgelediği ağaçlarda arardım insan silüetlerini. Toprak yolumdan geçen tek tük arabaların bana yabancı gelen motor sesleri!..
Meraklandırırdı beni, kimmiş bu gelen?...

        Şimdi, eğer yine sisli dağlarımda olsaydım fındıkçı ahalisinin fındık toplarken söyledikleri türkülerle şenlenirdi gönlüm. Ve akşama yanımda olacağını bildiğim Canözüm!

        Çok değil yarım saat sonra Ramazan davulcusu sitenin tenha sokaklarını adımlayacak. Ve ben yine ürkerek bakacağım balkondan bu gürültülü yolcuya...
Çocukluğumdan beri beni korkulara salan Ramazan davulu! bilmem ki neden korkarım bir ondan bir hacivat karagöz gölgesinden!...
         
          Tek bir tane cır cır böceği bekçi düdüğünü andırır bir sesle ötmekte. Köyümüzün şişman, göbekli, patates burunlu bekçisinin her sokak başında öttürdüğü düdüğü gibi!...

          Sabah uyandığımda binlerce çam ağacının taze kokusu... Tembelliğimden arınabilsem ah bir! yürüyüş yapmak için ideal. Oysa sisli dağlarımın toprak yolları ne çok ezberlemişti benim yürüdükçe eskiyen spor pabuçlarımı.

          Şişşşşt!... Şimdi sessizlik zamanı. Küçük sevgililerim uykuya daldı bile.
Yar uzakta...
Gündüzleri değilde, geceleri daha çok özlüyor Newbahar.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

BABAMIN KİRACISIYIM ARTIK!!!

    Canım babamın noterden onaylı kiracısı oldum artık.
    Nüfus Müdürlüğüne ilk gittiğim zaman bana sadece oturacağım eve ait ödenmiş su, elektrik veya doğalgaz faturasıyla geldiğimde ikamet alabileceğimi söylemişlerdi.
Bende epeyce adresime gelecek faturaları bekledim. Ödedim ve yine gittim.
    İkinci kez gittiğim zaman faturada ki adresin babamın şu anda oturduğu adres olduğunu gördüm. Ve faturaların yeterli olmadığını babamla gitmem gerektiğini söylediler. Formaliteden kira sözleşmesi yapmamıda!!
    Babamla gidişimde merkezden trafolar yandığı için sadece müdüre derdimizi anlatmakla yetindik. Müdür; ''hallederiiiizzz!'' demişti.
    Son gidişimizde bütün masalarda kira sözleşmeleri noter onaylı olacaktır ibaresi yazan tabelalar gördük. Anlaşıldı ki gün gün prosedürler değiştirilmekte...
Babam baktı ki bizi yine uğraştıracaklar '' haydi notere'' dedi.
Kira sözleşmemizi notere onaylattık ve resmen babamın kiracısıyım artık.
    Neyse ki NOTER ONAYLI KİRA SÖZLEŞMESİ elimizde olunca hiiiiç uğraştırılmadan yeni adresime yerleşiverdim.

Adres değişikliğini 20 gün içinde bildirmezseniz ceza ödemek zorundasınız. Nasıl olacaksa!

Herkese hayırlı Ramazanlar diliyorum.

6 Ağustos 2010 Cuma

TESELLİ


Saatler vuslatı kovalıyor,

Yağma yok, bu gece bendensin.

Bir kadeh efkarı içeceğiz birlikte.

Sabaha daha vakit var...

Yok! istemem mi dersin?

Hüznüm yeni demlendi o vakit.

Geceler karanlığa mührünü vuruyor.

Pusulalar bende, saydıklarım hep sen!


Saatler vuslatı kovalıyor,

Şu başımı yasladığım omzu bırakıp gitsen!

Yardan değilde,

Dosttan bir o kalıyor.

5 Ağustos 2010 Perşembe

MÜDÜR HALLEDECEK!!

          Halen ikamet alamadım. Aksilikler hiç peşimi bırakmadı. Sabahın köründe yollara düşmüşken babamla içimden '' bu kez tamam'' diyordum.
               Nüfus müdürlüğü arı gibi işlemekte. Giren ve çıkanın hesabı yok. Bizde giriyoruz işimizi bir an önce halletmek ümidiyle...
           Ve içerisi karanlık, hiçbir memur yerinde değil. Kapıdaki görevli ''bugün hiçbir işlem yapılmayacaaaakkk! Ankara merkezde trafolar yandı!!!'' diye millete açıklayıcı bilgileri sunuyor...
            Milletin solo halinde ağzından çıkan ''Aaaaaaaaa!'' lardan sonra şok kısa sürede atlatılıp, geri dönülüyor.
            Gelmişken müdürle görüşmek gerek diyorum. E koskoca müdür, anlar halimizden, bakar bi hal çaresine. Eşşek değil ya!
            ''Müdür Bey! Müdür Bey!'' diye koşturuyorum peşinden müdür dedikleri adamın. Göbekli ve kel olduğundan kolay oluyor bulmak.
            Velhasıl kelam durumu izah edip, babamla aramda kira sözleşmesine gerek olup olmadığını soruyorum. Zira memur bize öyle demişti.
           
            Ve müdür müdürlüğünü yapıp bize; ''hallederiiiizzz'' diyor.