.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

12 Nisan 2010 Pazartesi

ÖZÜ ÇİÇEK




          Eskipazar sokağının, en dipteki ahşap evden ağlama sesleri duyuldu. Kadın ağlamasından çok bir bebek ağlamasını andıran sesler çökmek üzere olan karanlıkta yankılandı uzun uzun. İnil inil ağıtlar yükselmekteydi, kimbilir ne vakte kadar!...


          Evlerine dağılmak üzere olan kahve ahalisi kulak verdi bu uğultuya. Günboyu konuşmanın verdiği yorgunlukla susan diller hararetli hararetli el hareketleriyle yeniden dile geldi. Kimbilir ne yorumlar yapılmaktaydı vaktini kahve köşelerinde geçiren bu yavan insanlar arasında.


          Elbet bir hikayesi vardı bu ağıtların. Hatta epeyce uzun bir hikayesi. Öyle ki zamanını dedikodu çamurunda kendilerine bir dünya kurmuş karıların ağzını hiç kapatmayacak ve bire bin ekledikleri bir hikayeye dönüşecek kadar.


          Kimileri derdi ki bu ahşap ev sakinleri için, çatışmada şehit olan oğullarının zaman zaman ruhu gelir intikam andı içirmek için kardeşinin boğazına çöreklenirmiş. Bu aslı astarı olmayan dedikodunun yanında daha niceleri vardı ki hayretler içinde bırakır beşeri mahlukatı!...


           İntikam ateşi yana dursun, kadının peşinde bir dederuhi her dolunayda eve gelir, gidermiş. Rengarenk ışıklarla süslermiş evi, oynatırmış kadını!...


          Ağıtlar, karanlığın basmasıyla kahkahaya döndü. Bu çığırtkan kahkahaların sebebini ihtiyar adam ''geldiler'' diye özetledi!
Kim gelmişti, ne gelmişti, neden ağlatmıştı, neden güldürmüştü?


          Yediden yetmişe herkes, dilin kemiği yok sözünü tasdiklercesine, kendine göre bir senaryo yazmaktaydı yıllardır.

Öyle ise şimdi bu hikayeleri boşverip işin iç yüzünü bu ağıtların ve kahkahaların sahibi Çiçek'ten dinleyelim...


Onaltısında gelin idim, bindim atıma
Yanımda ki damat yetmişbeşinde ki dede
O gün lanet ettim kara yazıma
Aldılar beni attılar bir köhne eve.
Yiğidim askerdeydi, beklemekteydi gönül
Zaman geçmek bilmedi, kahroldum 4 yıl
Hamaratlığım ün etti köylerde
Adı çıkmadan evermek lazım böyle yerde
Sürgün ettiler beni kara zindanlara
Yiğidim yerine dede girdi koynuma.


          Böyle dile gelirdi Çiçeğin ağzından kendi hikayesi. Duyanlar duymayanlara anlatırdı, görmeyenler görmüş kadar, bilmeyenler bilmiş kadar ve yaşamayanlar yaşamış kadar olurdu.


Çiçek gibiydi Çiçek... Özü Çiçek...


           Birgece vakti çalındı köhne evin kapısı. Uykulu gözlerle dedeye çevirdi başını. Dede çoktan derin uykulara dalmıştı. Hatta öyle bir derin uykudaydı artık gözleri bir daha hiç açılmayacaktı.


          Çiçek korktu yanında ki ruhsuz dededen, kapı çalmasa sabaha kadar yanında yatacaktı ecel geldiğini bilmeden. Dedeyi sarstı çaresiz, nefesini dinledi dakikalarca.
Kapı halen yumruklanmaktaydı büyük bir ızdırapla. Kalktı çiçek yataktan, kapıya yöneldi koşarak. Hiç beklemediği bir zattı, kapının önünde bekleyen. Yiğidi dönmüştü lakin ne sarılabildi çiçek, ne bakabildi sevdiceğin yüzüne.
Tuttu kolundan sarstı yiğit, ''gel benimle'' dedi sürüyerek.


''Dede öldü'' dedi Çiçek,
''Boşver'' dedi yiğit gülümseyerek.
 Çiçek hiç unutmadı o gülümsemeyi.


Gecenin karanlığında saatlerce yürüdüler ovalar aşarak. Sabaha karşı az biraz dinlendiler kuytu bir yer bularak.


Köhne evden feryatlar taştı güneş doğduktan sonra. Kızlar, gelinler, oğullar bir olup aradılar Çiçek'i. Köyde çabuk haber oldu, Çiçeğin kaçtığı, ellere silahlar çalındı, intikam için dağlar tepeler arandı.
Dediler hep bir ağızdan ''Çiçek dedeyi Öldürdü''


          Gün öğlene döndü Çiçek ile Yiğit şehre vardılar. Öyle acıkmışlardı ki önce karınlarını doyurdular. Yürüdüler epey, karşılarına lunapark çıktı. Çiçek çok sevindi bu renkli oyuncağı görünce. Ne varsa bindiler tek tek, kahkahaları çınladı göğe yükselerek. En son binmişlerdi dönmedolaba. Mutluluk bu olsa gerek diye düşündü Çiçek. Yine güldü, yine kahkahalara eşlik etti gün. Uzansa güneşe dokunacaktı, uzansa bulutları kucaklayacaktı!!...


          Sonra, sonra silah sesleri karıştı kahkahaların arasına. Yiğidin göğsünden alkanlar akmak için yarıştı. Çiçeğin ellerine yiğidinin al kınası sürüldü. İnil inil ağladı Çiçek...ağladı...


          İşte o günden sonra ne zaman mevsim bahar olsa, ne zaman gün akşama dönse, ne zaman dolunay çıksa Çiçek önce kahkalar atar, sonra inil inil ağlar .

                                                      NEWBAHAR

11 yorum:

  1. Hikeynin sonu boğazımı düğüm düğüm etti.Ah ne güzel yazmışsın,doyulmuyor okumaya...

    YanıtlaSil
  2. Kadına olan saygımız, kadına olan bakış tarzımız işte bu!.. Hala aynı saygı ve aynı bakış tarzı devam etmekte. Kimi eskisi gibi, kimi değiştirmiş maskesini. Belki de onun içindir kadın doğurduğu zaman kız çocuğunu öfkelenir ev ahalisi, ama doğurursa erkeği, düğün bayram ederler.

    Zamanla düzeliyor her şey, ama hızı zaman parelelinde, oysa kaybedilecek vakit yoktur. Medenileşme hızı sollamalı zamanı...

    Çiçek, daha anasından kız doğmakla kaybetmiş herşeyini, saymaya gerek yok tek tek. Bir aklı kalmıştı başında, onu da kaybetmiş en sonunda...

    Bu güzel paylaşımın için çok teşekkür ederim Newbahar, kalemine ve yüreğine sağlıklar dilerim.

    YanıtlaSil
  3. Yüreğini sevdiğim...İyi ki varsın. Ve çiçekler iyi ki de, inat ve ısrarla mevsimleri geldiğinde açarlar(solacaklarını da bilseler üstelik) Ne kadar tanıdık değil mi dostum?

    YanıtlaSil
  4. Bahar Abla'cığım, bence tarz olan yazılarından biriydi bu.. :) darhane çorbası da çok güzeldi tıpkı çorbanın kendisi gibi sıcak..
    Muhabbetle..

    YanıtlaSil
  5. Daha önce de okuduğumda etkilenmiştim...
    Okuduğum buydu değil mi?
    Pot kırarım da sakın:)

    YanıtlaSil
  6. Newbaharcığım güzel bir öykü;ders alınmalı,devam etmemeli bu tür yaşanmışlıklar.Ne yazık ki hemen her gün neredeyse onlarca benzer öyküler yaşanıyor,isyan etmemmek imkansız.Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  7. Merhaba Newbahar...
    Dost dediğin nedir ki, nasıl olmalı ki, sınırı, seviyesi nedir ki bunun. Kuru kuruya, uzaktan uzağa Nasılsın? İyi misin? Dost; insanın iyi gününde de, acılı gününde de yanıbaşında olmalı değil mi? O söylemese bile derdini, dost hissetmeli dostunun sıkıntılarını değil mi? Ben hep böyle candan dost olmak istedim, ama kaybettim. Kaybettiğim için de tüm dostluklarımı yüzeysel ve belirli bir mesafede bırakıyorum. Böyle de dost olunmuyor, ikiyüzlüler gibi, içi başka, dışı başka ve yapmacık.

    Kapalıkapılar'ın yine bloğuna uğradım. Hiç ses soluk yok, yazdığım yorumları okuyor ve yayımlıyor, ama kendi tek bir kelime bile yazmıyor. Ara sıra size sormuştum. Siz de hiç üstüne uğratmayınca, sınırımı bilmeliyim dedim ve vazgeçtim. Görevi gereği bir sıkıntı içindeyse, sadece ona manevi destek olabilirim. Başka bir şey de zaten gelmez elimden. Ama biz bir kere dost olduk ya hani, ister istemez merak eder insan dostunu ve burada sınır mınır tanımıyor dostluk. İşte böyle bir şey olsa gerek çözemediğimiz bu dostluk...

    Her şeyden evvel, Allah'a emanet olun ve sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil
  8. Çok sevdim hüzünlü hikayeni... Ellerine sağlık...

    YanıtlaSil
  9. Newbaharcığım tüm vücudum ürperdi.Bir nefeste okudum.Ne güzel bir dil, ne güzel bir anlatım..Yüreğine,gönlüne sağlık..

    Sevgilerle.

    YanıtlaSil
  10. Ne kadar etkileyici, ne kadarr güzeldi...

    YanıtlaSil
  11. ne zamandır gezinemedim bloglarda.. Bunu nasıl atlamışım be newbaharım... Bu ne güzel bir anlatı.. bu nasıl bir doğaçlama.. ne muhteşem bir uslup????
    inşallah ömrüm yeter ve senin kitaplarının basımı için geç kalmışların koşuşturmalarını görürüm..Kitaplarını okumam nasip olur..
    Ne olur sakın bırakma kalemini..

    YanıtlaSil