.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Zehra Hanım...

     Sana dair pek bir bilgim yok aslına bakarsan. Çocukluğumda aklıma yazılan belirli bir adreste geçiyor tüm hikayen. Burdur Ulu Camii'ni takip eden dik bir yokuş ve bu yokuşu sağlı sollu degeleyen eski evlerden, mavi kapısı olan evde geçiyor.
     Bayramdan bayrama binbir güçlükle geçmiş yol hikayelerinde ise ben varım. Kasabadan sabahın köründe taksi vasıtasıyla ayrılışımız, 5 km. sonraki otobüs güzergahında muhtemel tıklım tıkış ilçeden gelecek otobüsü bekleyişimiz halen hatırlayacak kadar azap vericiydi.
     Ne enteresandır ki üç saatlik yolun sonunda çalınan, mavi ahşap kapının açılması ve koşuşturma içinde mutfağa yarışımız çocukların yorulmadığının bir ispatıydı.
Mutfağa açılan karanlık, güneş görmeyen, evin kullanılmayan eşyalarının konak yeri odanın ortasında iki koca sinide muhabbet eder idi su böreği ve cevizli baklava.
      Anne ve babam seninle kavuşa dursun biz çeyreği dayım tarafından yenmiş tepsilere sokulur, parmaklarımızı yalaya yalaya bu muhabbete nail olurduk.
Sonrasında aşağıdan gelen o tahta nalınların sesleri ve senin gülen yüzün!...
       --Anneanneeee!...
Sımsıkı sarılan o hamarat eller bize bayramın bayramlığını, tatilin tatilliğini yüreğimize mühürlerdi. Sanırım dede ve nine ziyaretlerinin en güzel kısmıda bu kavuşma anlarıydı.
  
       Bu seviçler, bu kavuşma anları sanırdım ki bir ömür sürecek. Hayatımda yarım kalan dönemlerden biri de torun olabilmenin dayanılmaz ve erişilmez mutluluğuydu.
O parke taşlı sokak, saat kulesinin her saat çalan ''dan dan'' sesi, bir adım ötede olan Ulu Camiiden beş vakit yayılan ezan sesi büyüdüğümde asla dinleyemeyeceğim bir bestenin notalarıydı sanki.
  
     Hiç bilmiyorum dedemle nasıl tanıştınız? ailene ait karman çorman anlatılanlar, bahsedilen şahıslar, üç beş yılda bir kere de olsun gidilen o uzak köyde yaşayan senin yakınların, aslında sana hayli uzak olan yabancılardı sanki.
Senin hanımefendi duruşun, erkeklere ''nasılsınız beyefendi'' diye soruşun, bizi eğri büğrü oturur görünce ''dik dur, dik otur'' deyişin ve yaptığın bir birinden leziz yemekler, hamur işleri, eşarbını mantona iliştirip acelece pazara çıkışın, öğlen ve akşamları hangi arada hazırladığın göremediğim sofralara dedemsiz oturmayışın, bu sofralarda her birimize misafirlerin için ayrı kullandığın pütükareli kumaş peçetelerini önümüze koyuşun bende senin bir İstanbul Hanımefendisi olduğun izlenimini uyandırırdı.
          Köyden şehre gelmenin o değişik havasını, karakterini ve şive karmaşasını üzerimize öyle bir yaftalardık ki konu komşu kapı önünde bizi gördüğü zaman hemen anlardı köyden gelen torunlar olduğumuzu.

        Bana göre Burdur'da geçen kısa bir ömürdü senin hikayen. Sonrasında dedemin vefatı, dayımın serseri ve akıl almaz zarar halleri, elinde dedemden yadigar ne varsa talan edişi sonrası, senin Burdur hikayende bitiyordu.
       Bu yeni başlayan hikaye yaşının getirdiği çilelerle ve Denizli İzmir arası altı ayda bir göçüp konmalarla devam edecekti.

                                                (devam edecek)


1 yorum: