.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE&HER TÜRK ASKER DOĞAR

9 Haziran 2010 Çarşamba

YAĞMURDAN ISLAK (Hikaye/ 1. BÖLÜM)

Gözlerini açtığında hava çoktan kararmıştı.


Ne kadar uyuduğunu kestiremese de gördüğü rüyanın süresiyle kıyaslanırsa saat çoktan geceyarısına gelmiş olmalıydı.


Uykuya dalmadan önce ki son hali aklına geldi ve korkuyla irkildi. Elinde yanan sigaradan kalma kızıl bir izmarit ışığıda yoktu -ki, bu iyiydi işte. Yoksa yanmış bir ceset olarak bulunurdu itfaiye erleri tarafından...


El yordamıyla ayakucunda duran ayaklı lambayı açtı. Her zaman loş ayarında tutardı bu desteksiz ayakta durmayı bile benceremeyen pırtıyı. Her yakışında da söylenirdi bit pazarı malı nede olsa diye!


Saatte uykuya dalmış olmalıydı...Ondan da ses seda gelmemekteydi zira. Kalkıp pencereye doğru ilerledi. Zamanın en iyi oyuncuları dışarda ki sahnede çoktan yerlerini almış olmalıydılar.


Karşı apartmanın çatı katında iki yıldır kalan öğrenci, köpeği rafi ile beraber yenice çıkmış, belediyenin dikmiş olduğu çam fidanlarını sulamaktaydı. Genelde rafi sulasada bu ağaçları kafası kıyaksa sahibide eşlik ederdi. Her akşam aynı vakitlerde tekrarlanan bu sahneyle saatin 21.30 olduğu kesinlik kazanmıştı.


Gözlerinin görebildiği en karanlık noktaya kadar bütün sokağı gözleriyle soyduktan sonra perdeyi usulca çekti. Annesi akşamları perdenin açık olmasına çok kızardı. ''tamam annecim, çektim perdeyi'' dedi sesini yükselterek.


Mutfağa ilerleyen adımları altında ezilen döşemelerin gıcırtısı, karnının gurultusuna karışıyordu. Buzdolabında pek bişey yoktu. Kahvaltıdan kalma üç dilim eski kaşar, zeytin, reçel pekde iştah açıcı gelmemişti.


Bu saatte dışarısı pek tekin olmazdı. Hem dışarı çıkmış olsa bile açık bir lokanta bulmak imkansızdı. Elbette ki maksat karın doyurmaktı ve mevcut açık lokantalar vardı ama onlar hem karnını doyurmak hemde birkaç kadeh içip keyiflenmek isteyen insanlar için ideal yerlerdi.


Dışardan birşeyler söylemek için telefonu aldı eline. Birkaç isteksiz denemeden sonra aklına gelebildi ancak telefonun geçen pazartesi borcundan dolayı kesildiği.


İşten kovulması iyi olmamıştı. Zaten nerde bir aksilik olsa, ne zaman işler yolunda gitmese hep onu bulur, hemde suçlu ilan edilirdi. Ogünde öyle olmuştu. Muhasebeci Hamdi Bey, yıl sonu dökümanlarının bilgisayardan çıktısını istemişti. Elinde ki onca yığılı dosyadan sonra bıkkın bir ses tonuyla ''tamam'' dese de, gönülsüz yaptığı her işin sonunda bir pislik çıkacağını biliyordu. Bilgisayarın içinde dosyayı ararken gözüne Hamdi bey ve ailesinin yeni yılda çekilmiş resimleri ilişti. Tek tek onlara bakarken bir yandanda zaman olabildiğince hızlı ilerliyordu.


''ne mutlu bir aile , pırlanta gibi üç evlat, hanım hanımcık bir eş. İnsan bunlardan başka ne isteyebilirdi ki hayattan''


Babası yıllar önce onları terkettiğinde zerrin 6 yaşındaydı. sonrasında hiç tam bir aile olamamışlar aksine başıboş kalan ağabeyide kendini içki ve kumara vermişti. Birde büyükannesi vardı ama oda beş yıla yakın bir zamandır felçi yatıyordu.


Hamdi Beyin asık suratına rağmen yumuşacık olan kalbi çocukların ve eşinin yüzünede yansıyordu. Oysa zerrinin ailesi öyle miydi, ne eski neşeli hallerinden bir eser nede annesinin her daim gülen yüzü kalmıştı artık. Herşey solgun bir resimden öteye gitmiyordu. Zerrin de çalışmasa iki küçük dairenin kira getirisinden başka bir gelirleri yoktu artık. Dairenin birinde oturan emekli eğitim müfettişi Sami amcanın verdiği kirayı doğruca ağabeyi Zeynel alıyordu.


Diğer dairede oturan Müfide teyzede sık sık aksattığı ödemeleri gününden sonra eline veriyor, mahçup bir ifadeyle de ''biraz eksik, kusura kalma'' diyordu.


Annesinin en sevdiği kiracıydı Müfide teyze. Kimi kimsesi olmayan bu yaşlı kadın zamanın paşa konaklarında yaşlanıp kuvvetten düşene kadar ahçılık yapmış sonrasında kapıya konulmuştu. O konaklarda yaşadığı aşklarsa ne gariptir ki evlenmeye münasip değildir damgasını vuran kara bir leke gibi iz bırakmıştı kaderinde.


''Zerrrriiiiinnn...'' diye sert bir sesle kendine geldi. Artık daldığı düşler sokağından çıkmak vaktiydi. Hamdi Bey, bir boğa edasıyla burnundan soluya soluya çıkıyordu odasından. Korkunun ecele faydası yoktu maalesef, katlanacaktı bütün azar ve aşağılamalara.


Hamdi Beyin ağzından tek bir laf daha çıktı. ''kovuldun!''


Haklıydı aslında. O da farkındaydı, son günlerde işleri ziyadesiyle aksatıyordu. Üstüne üstlük de dalgınlığı yüzünden defterlerde birsürü karışıklığa neden olmuştu.


''Telefon kesildiyse elektrikte kesilecektir'' dedi kendi kendine. Cüzdanını almak için odasına yürüdü. Biryandan da annesine seslendi! ''anneeee...! büyükannemin ilaçlarını verdin mi? onların bitmesine daha var mı... umarım bu aralar bitmezler yoksa yandığımızın resmidir''


Cüzdanın içinde yirmi liradan başka bir para kalmamıştı. Onlarda bozukluktu zaten. Elektrik borcunu ödemeye yetecek miktarda da değildi. Kira gününe daha on sekiz gün vardı. bu on sekiz gün daha fazlasına da gebeydi belki. Kiraya güvenemezdi, belki Zeynel bu seferliğine bir miktar borç olarak verirdi. Saat hala yerinde sayıyordu. Perdeyi aralayıp son bi kez dışarı baktı. Karşı kaldırımda ki bunaklar kahvesi kapandığına göre saat 24 e gelmişti. O kahveye yalnız Zerrin bunaklar kahvesi derdi. Çünkü içeri girenler hep 65 yaş üstü, amaçsız, yalnız ölümü bekleyen ihtiyarlardı. Onlar akşam namazından sonra camiden çıkıp doğruca bu kahveye gelirler, günün ve dünün gazetelerini en ince ayrıntısına kadar okurlar ve araların da siyasi gündemin münakaşasını yaparlardı.


Uyusa iyi olacaktı. Yarın erken kalkıp Zeynel'e gidecek ve hiç olmazsa elektrik borcunu kapatacak kadar para isteyecekti. Sonrasında yeni bir iş aramasına yetecek kadar zamanı vardı nasıl olsa!


Sabah, kahvaltı yapmadan çıktı evden. Durakta bekleyen sabah yolcularının arasında yerini aldı. Yağmur yağmuyor olsaydı yürümeyi tercih ederdi daima. Şimdi ise ıslanıp hasta olma riski vardı. Onca ilaç parası vermektense minibüs parasını cepten çıkarmayı göze almıştı. Zeynel, onu gördüğünde ne yapacaktı acaba! sevinçle karşílamayacağı muhakkaktı. Tam bunları düşünürken ite kalka minibüse binerken buldu kendini.


Yağmur şiddetini artırmış yağmaya devam ediyordu. Islak insan kokularının boğduğu havaya birde aç ağız kokuları eşlik ediyordu. Bu pis havaya daha fazla dayanamayan Zerrin, şoförü müsait bir yerde durması için uyardı.


Mecbur yürüyecekti artık. Zeynel çalıştığı yerde yatıp kalkıyordu. Burası bir şirketin mallarını depoladığı büyükçe bir ambardı. Zeynel'den başka Aliihsan diye bir çocukta orda kalıyordu. Bu efendi ve karakteri henüz bozulmamış genç, elbette kısa bir zaman sonrası ağabeyinin çekilmez ve hayırsız insan karakterinden nasibini alacaktı.


Deponun demirden ve sıkı güvenlikli kapısı daha açılmamıştı. Büyük ihtimalle Zeynel içerde sızmış kalmış, Aliihsan'ıda gürültü yapmaması konusunda sıkı sıkı tembihledikten sonra, onuda uymaya zorlamıştı. Zerrin 'in yumruklamalarına daha fazla dayanamayan Ali ihsan nihayetinde kapıyı açmak zorunda kaldı.


''Kusura kalma abla! uyumuş kalmışız. Zeynel ağabeyde akşamdan kalma, halen ayılamadı.


Buyur!...bir emrin mi vardı?


''Uyandırsak Zeynel i dedi Zerrin. Çok acil konuşmam lazım.''


''Zeynel Ağabeyin uyanacağını sanmam. Baksana demir kapının açılırken çıkardığı bağırtıya bile uyanmadı'' dedi ve gülümsedi Aliihsan.


''Ben yardımcı olsam!


Aslında duruma bakılırsa ağabeyinden bi fayda yoktu ama bu gencecik delikanlıdan da yardım dilemek ağrına gidecekti.


''Biraz borç para isteyecektim. Telefonu ödeyemedik kesildi, bari elektrikler kesilmesin niyetim..''


Aliihsan arkasını dönerek cüzdanında ki paraları saymaya koyuldu. Geceden birazını Zeynel'e kaptırmış olsada epey birikmişi vardı bu garibin.


''yüz lira yeter mi bacım'' dedi Aliihsan...


''sağolasın ya! çok makbule geçti, biliyorsun durumu. Zaten şimdi iş arayacağım, bakalım, hayırlısı!... Borcum borçtur anlaştık mı, en kısa zamanda vereceğim''


Aliihsan uğurladı onu, son bir kez geriye dönüp baktığında Zeynel gerine gerine yatış pozisyonunu değiştiriyordu.


Yağmur biraz yavaşlamış gibiydi. Aslında ince ince yağmaktan öteye gitmiyordu. Babası böyle yağan yağmurlara ahmak ıslatan yağmurları derdi. Babası, neden bu yağmurla aklına gelmişti şimdi. Onları bırakıp gidişinin nefreti önünde kaskatı dururken, onu özlüyor muydu yoksa!


İş arayacağı için yaya yürümeye karar verdi. İşin mahiyetinin bir önemi yoktu şu durumda. Maaşını zamanında versinler başka bişey istemiyordu. Önünden seyrine bakıp geçtiği dükkanlar bir bayana uygun yerler değildi. Ama dışarda bekleyen dükkan sahipleri adeta gözleriyle yiyip bitiriyorlardı onu. Az ötede ahbapları olan Emlakçı Naci Amcanın dükkanı vardı. Kapısını çalsa elbette ki ona iş konusunda yardımcı olurdu. Eğer ona bugün bir iş ayarlayabilirse, Naci Amcaya ömrünün sonuna kadar minnet duyacaktı.


Oturduğu yerden posbıyıklarını sıvazladı Naci Bey. Uzun zamandır görmediği bu küçük kızı ailesini kaybettiği günden beri ziyaret edip bir hal hatır sormamıştı. Bunları düşünürken bir yandan da Zerrine hoşgeldin anlamında gülümsüyordu.


''Nasılsınız Naci Amca'' dedi Zerrin. Sıcacık ellerine dokunan Naci Bey; ''Üşümüşsün Zerrin'' diye cevap verdi.


''Evet, dışarda ahmak ıslatan yağmuru var, bilirsiniz babam hep öyle derdi. Sabahtan beri dışardayım Naci Amca. İşten kovuldum, yeni bir iş arıyorum. Sizden ricam, eğer vaktinizi almayacaksam! bana uygun bir iş bulmanız. Nede olsa sizin etrafınızda ahbabınız çoktur, kırmazlar sizi''


Naci Bey bu garip kızcağızın başına gelenlere ve yalnızlığına üzülerek başka kimseye emanet etmemeye karar verdi.


''Oooo...İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş Zerrin Kızım. Bende dükkanı ben yokken bekleyecek, telefonlara cevap verecek birini arıyordum. Senden güvenilir kimi bulabilirim ki! Seni işe ben alıyorum.''


Zerrin o kadar sevinmişti ki sevincini anlatacak kelime bulamıyordu. Sıkı sıkı sarıldı Naci Amcasının boynuna. Çok çok öptü o pamuk ellerinden.


Para hususunda birşey konuşmadılar o gün, Zerrin emlakçıya çok güveniyordu. Onu dara sokmayacak, ailesine yetecek miktarda bir maaş vereceğini biliyordu.


Akşama doğru eve giderken yolda Rafi ve sahibine rast geldi. Rafi Zerrini çok sever, nerde görse elllerini yalardı.Bilirdi ki o eller ona hep şeker verir, başını okşardı. Maalesef Zerrinin elleri bugün boştu. Sadece Rafinin başını okşamakla yetindi. Rafinin oyun isteğini tasmasından tutarak engellemeye çalışan Ömerin Zerrinle köpek dışında bir muhabbeti olmamıştı.


''Merhabalar, nerden böyle'' dedi Ömer.


''İşten ayrılmıştım, bugün yeni bir iş buldum kendime. Sen nasılsın bakalım, nasıl gidiyor okul?''


''Vizeler bitti sayılır. Önümde küçük bir tatil var ama biz yine buralardayız''


Zerrin, uzun zamandır kimseyle muhabbet etmemişti. Çok canı sıkılıyordu evde. Annesi konuşmuyor, büyükanne ise gün boyu uyuyordu.


''Bize gelsene!'' dedi Zerrin. ''Hem Rafinin şekerini veririm, hemde biraz muhabbet ederiz'' dedi gülümseyerek.


''Okey!'' dedi Ömer bu akşam herzamanki gibi bi planı yoktu nede olsa. Karanlıkta adımlayan bu iki gence sadece yağmur eşlik ediyordu o gece...



4 yorum:

  1. Bir solukta okudum. Devamını bekliyorum merakla

    Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Senin hikayelerini özlemişim,bunca karamsarlığın içinde insan hayatın içinden bir şeyler okuyunca rahatlıyor adeta,yağmurdan nefes alabilirsek güneşin tadına varacağımız günlerin özlemi ile pc de daha az vakit geçiriyoruz artık.

    Güzel günler diliyorum.
    Selamlar.

    YanıtlaSil
  3. :))
    merhaba Newbaharcım :)
    blogcuda busegül idim blogcu malum dağıttı hepimizi :)
    sakincee gectim bloggere pek aktif olmasamda uzaktan izliyorum sizleri :)
    akşam not düşmeden izlemeye alabildim sadece
    artık takipteyim öpüyorum seni :))

    YanıtlaSil
  4. Harika ya,ikincisini okumadan önce hemen bunu okumak istedim.
    Merakla diğerini okuyacağım:)

    YanıtlaSil